TEKNOLOJİ ve İNSANIN GELECEĞİ
BİLİMKURGULAR İNSANIN GELECEĞİ HAKKINDA NE DEMEK İSTİYOR?
Hayri K. Yetik
“Canavarlar yarattık Mary ama bizi yok etmelerine izin vermeyelim.”[1]
“Bugün, dünyanın sonunu tahayyül etmek kapitalizmin sonunu tahayyül etmekten daha kolay…”[2]
Transhümanist, androposantristler, cyborgcu fütüristler ve toplum mühendisleri teknolojinin dünyayı cennete çevireceğini söyleyedursunlar “son doğal insan kuşağıyız, evrimimizi algoritmalar belirliyor, antroposenle altıncı yok oluş sürecine girdik, dünyayı yapay bilinç(Yapay Zekâ değil) ve androidler ele geçirecek” türümü kaygı önermeleri giderek artıyor.
İklim krizinin sorumluluğu da dahil teknolojinin türümüzü tehdit ettiğine ilişkin bu kaygı, ilk bilimkurgu yönetmeni Georges Melies ve Le Dernier Homme’den hatta Jules Werne ve Lucianus’tan da öncesine antik Mısır edebiyatına dek götürülebilir.[3] XXI. yüzyılla birlikte ivmelenen dijital ve sibernetik alanındaki gelişmeler, atom bombasının Hiroşima’daki yıkımına dayalı Holoseni geçip Kapitalosen(Androposen değil) çağına girdiğimize ilişkin savlar artık her düzeyde kabul görüyor. Androsantrist olsun ekosantrist olsun bilim insanları beşerin de doğanın da başkalaşım geçirdiği noktasında hemfikirler.
Arthur C. Clarke, Isaac Asimov, Ray Bradbury, Philip K. Dick, H. G. Wells, George Orwell, Ursula K. Le Guin gibi bilimkurgu yazarları ve Michael Anderson, Fritz Lang, François Truffaut, Stanley Kubrick, Ridley Scott, David Cronenberg, Terry Gilliam, Steven Spielberg vb yönetmenler; ütopya, distopya roman ve filmleriyle bu sonucu çok önceden haber vermişlerdi. Şimdi bilim insanlarının çizdiği gelecek tablosu onların gördüğünden veya gösterdiğinden daha ürkütücü.
Arthur C. Clarke’ın 1960 yılında yazdığı Geleceğin Çehresi adlı yapıtının ve Steven Spielberg’in Yapay Zeka(AI) ve Başlat(Play) filmlerindeki karamsarlığına karşın olumsal yorumu, Philip K. Dick’in romanından uyarladığı Azınlık Raporu’nun(Minority Report, ABD, 2002) önemli bir kısmı daha şimdiden gerçekleşmiş elli iki yıl sonrasına ilişkin yirmi beş dolayındaki kehanetleri ve de Wally Pfister'in 2014 yapımı Evrim(Trancedenc) filminin vb öngörüleri insana iyimserlik telkin ediyor. Ama beşerin geleceğine ilişkin özellikle son yıllardaki kurmacalar çoğunlukla karamsardır. Ekosantristlerin savını, türümüzün doğallığını yitirdiğini ise hiç biri yadsımıyor.
Beşerin olmadığı dünyanın anlamsızlığını düşünmeden daha iyi olacağını söyleyenlere tepkisizliği geniş yığınların, aymazlığı ve kayıtsızlığından korkunç olanı yöneticilerin günü kurtarmaya dayalı politikaları.
Denebilir ki bunu en iyi temsil edebilecek bir yapım Yukarı Bakma’(Don't Look Up, ABD, 2021) filmidir. President Orlean, Beyaz Saray’ın önünde yüksek nutuk kürsüsünden yurttaşlarını uyarır: “Neden yukarı bakmanızı istiyorlar? Çünkü korkmanızı istiyorlar. Çünkü orda kendileri var ve size tepeden bakıyorlar. Bizden iyi olduklarını düşünüyorlar.”
Tanrısal lanetmiş gibi tehdit kaynağı gösteriyor gökyüzünü başkan. Gözü doymaz kapitalistlerin kâr hesabı arzusu doğrultusunda insanla teknolojinin ölümcül dansı olarak sembolleştirdiğimiz pistte “başını öne eğip gözünü yoldan ayırmasın” ki manipülasyonu farketmesin.
Don't Look Up’taki Yukarı Bakma önerisi özel durum nedeniyle bir art niyet taşıyor olsa da, yukarı bakmanın yerdeki tuzakları görememek gibi bir handikapı da var. Göksel(semavî) dinlerin galat-ı meşhur ‘Tanrı gökte’ yanılsaması aynı zamanda böyle bir işlevselliğe sahiptir. Bundan olacak ki kıyamet tehdidi ondan gelecekmiş gibi bir ortak bilinçaltı sözkonusudur ve bu nerdeyse beşerin bir arketipidir. İşin ilginci şu ki Graham Hancock’un hazırlayıp sunduğu 2022 yapımı Ancient Apocalypse adlı belgesel bunun beşinci yokoluşa ait bilinçaltından kaynaklandığını kanıtlamaya çalışır. Bu sonuncusu da dahil olası bir durumun endoktrinasyonu dışında dünyanın göksel felaketlere açık olduğu da bir gerçek.
*
Prospektif okumalara göre kurmacalardaki bu olasılık çerçevesinde felaketi getiren/getirecek olan tiplerin temsilleri de ilginçtir:
Hiyerogliflerin arasına yerleşmiş Hathor Tapınağı’ndaki Dendara Lambası, I. Seti Anıtı'ndaki(Abidos) uzay gemilerini(UFO) ve astronotu andıran desenler, Hindistan destanı Mahabarata’daki Vimana denilen uçan cisimler, Yahudi peygamberi Davud’un, ağzından ateş, burnundan duman çıktığını, yeri göğü titrettiğini söylediği gök cismi, peygamber İlyas’ı göklere götüren uçan ateş arabaları, Kur’an’ın Fil Suresi’nde mermiyi akla getiren kuşların attığı yıkıcı-yakıcı taşlar, Kur’an’ın Tarık Suresi’nde anlatılanlar vb gök cisimleri, Davud’un dövüştüğü Callud ve Süleyman’ın yanında Alaaddin’in Lambası’ndaki devi andıran cin vb mit örgeleri,[4] eğer ‘beşinci yokoluşun’ öncesinin kalıtı, zamanda yolculuk veya uzaylıların işi değilse yaratıcı imgelem tasarımı ve önsezi sayılabilirler.
Ben Anneyim(I Am Mother) filmindeki anne ve David H. Keller’in Psikofonik Hemşire(Psychophonic Nurse 1928) adlı öyküsündeki mürebbiye, Alex Garland yazıp yönettiği Ex Machina’daki(2014) Ava androidleri bunların birer türümüdür. Martin Caidin’in Cyborg(1972) romanından uyarlama dizi film biyonik Altı Milyon Dolarlık Adam’ı(The Six Millon Dolar Man), izleyen basamakta Ian McEwan, Diyaloglar: Benim Gibi Makineler romanındaki Charlie Friend’in hizmetçisi insansı robot Âdem[5] de eklenebilir bu örneklere.
*
Robot tasarımına yönelik teknolojiler ile yaratıcı imgelem/kurmacaların bakışımlı gelişimi XIX. yüzyılda ivmelenerek sürüp gelmiş, ekonominin beklentileri güdümündeki bu ilerleme yükünü büyük ölçüde romanlarla sinemaya aktarmıştır. Görsel, işitsel ilk metinlerdeki arketyp beşerin işini kolaylaştıracak hizmetçi aygıttır.
Bu mecrada dikkat çekici olan bir diğer spekülatif önerme, beşerin çok erken bir dönemde at, eşek köpek vb hayvanların köleleliğiyle yetinmeyip onların yapamadığını yapacak robotlar tasarımlamış olmasından da önemlisi robotlarla ilgili andığımız korkulardır.
XVIII. yüzyılın sonunda kölelik karşıtı Benjamin Franklin, kölenin ekonomiye bir alet gibi katıldığını ve bu sürecin benliği yok ettiğini yazıyordu. Köle tacirleri, köleri makineler gibi ruhsuz ve itaatkâr kılıyordu çünkü. Eğer mesele zihinse, zihin kurgulanabiliyorsa, kurgulanan zihin, kölelerin zaman zaman isyan edip efendilerini köleleştirdiği gibi isyan edip dünyanın denetimini ele geçirebilirdi. Bu açıdan ek sofistik böyle bir sorun daha koymuş oluyordu kurmacaların önüne.
Chris Columbus’un 1999 yapımı Robot Adam[6] filmindeki Andrew de bir köle olarak tasarlanmıştır, öyle kalması istenir.[7] Ancak bu, Andrew’in insansı özellikleri dolayısıyla bir sorunsala dönüşür. Bu sorunsal da denebilir ki Isaac Asımov’un 1942’de üç robot yasasını yayınladıktan sonra dördüncüsünü eklemesini gerektirir. O da robotların beşerle eşitlenmesini gözetir.
Cyborgcuların ve insan-sonrasıcılığın altını kalınca çizdiği gibi bu post hümanizmdir. Bu, insan-merkezcilik ve insan-istisnacılığın aşılması demektir ki insanın eşref-i mahluk olmaktan çıkması, çıkarılması anlamına gelir ve iyi bir gelişmedir. Ama, süreç içinde beşer özneliğini robotlara ve daha ötesi algoritmalara kaptırabilir. Tür olarak insanın sonu gelebilir önermesine de gönderir alıcıyı.
Bunlar yersiz kuruntu sanılabilir. Alet işler el övünür, kem aletle kemalet olmaz denir ama, bu türleri de dahil ürettiği nesnelerin yarattığı bağımlılığın, fetişizm biçiminde beşeri tutsaklaştırdığına bakılacak olursa böyle bir son olasıdır.
Arzunun somutlanmasıdır alet, el gibi zihnin uzantısıdır. Arzunun yönelimi de yöneldiği nesneyi elde etmek kadar haz verir beşere. Uygarlık tikel ve tümel olarak buradan okunabilir. Bu bağlamda beşerin nesnelerle ilişkisinin bağımlılıktan öte tutsaklığa dönüşmesi olarak yabancılaşma, Hegel’e göre her şeyin bağlı olduğu ‘geist’in dışına çıkmaktır. Biz buna insanlık doğrultusundan sapma diyelim. Marksist söyleme tavhil edersek bunu, insansal ürünlerin insanı boyunduruğu altına alan karşıt güçler haline gelmeleri sonucunda insanı insan olmayana dönüştürmeleridir.
Konuya ilişkin sonraki düşünürlerin önermeleri bunun türevleri olacaktır. Sözgelimi Heidegger’e göre teknik hem bir araç hem de poiesistir ve beşerin daha önce var olmayanı açığa çıkarması anlamında poiesis aletheia’ya bağlıdır. Agamben’in şiire yüklediği beşerin yapıp etmesi anlamındaki poiesis de olumsallık içeren bir önermedir. İkisi de eşyanın gizini açığa çıkarmaya ilişkindir ama, günümüz teknolojisi bunun yerine, kendi benliğine hükmeden ilke(arché) ve kendi yasasını koyma, kendi kendini dayatma veya kendini yaratma(otarşi) biçiminde[8] doğaya şiddetle hükmetmeye, gizini doğadan çekip almaya göre konumlanmış ge-stell’dir. Bu durumda beşer üreten ve tüketendir, dolayısıyla merkezliğini yitirmiş, araçsallaşmıştır. Arendt, üretim ve tüketimin aracı olmaya indirgenmiş beşeriyetin bu hâl-i pürmelâlini ‘kültür bunalımı’ olarak değerlendirir, sonunda kültürün yok olacağını savlar. Sözü Agamben’e verecek olursak bu indirgeme dünyadaki şiirsel konumlanmasını belirleyen ve kendi dünyasının özgün alanını kurma yetisi olan beşerin poiesis dolayımında yeryüzünde şiirsel, yani üretime yönelik bu konumunun, aynı zamanda Heidegger’in doğaya uygun teknoloji tasarımı olarak da geviert’in kaybedilmesidir.
Özcesi Marx’ın saptadığı gibi dinsel anlatılar -ki zihnin üretimidir- insanı yönettiği gibi kapitalizmde de beşer elinin ürününce yönetilir. Amaç ve araç, bir başka deyişle özne ile nesne yer değiştirebilir, hatta özerkleşmiş yüklem özne yerine geçmiş olabilir, doğayı ve insanı edilgenleştirebilir, Arendt’in öngörüsünün de ilerisinde tükenişe sürükleyebilir. Bunun sonucunnu görmüş olacak ki Roma Kulübü’nün 2017 dünya raporunun konu başlığı Kapitalizm Kendine Gel olarak belirlenmiştir.
*
Beşerin işini kolaylaştırsın diye üretilmiş araçlar, günümüzde artık çoğunluğu robotlar ve algoritmalar, içten içe bir kaygıyı, ona koşut bir tepkiyi de getirmiş bulunuyor. Beşer, robotların köle kalmasını istiyor; ilerisini yabancı bir organı bedenin yadırgaması gibi yadırgıyor.
Bu kaygının arkaik çağlardan beri metinlerde kehanet gibi süregeldiğine bakarak ontolojik olduğu da söylenebilir. Aynı zamanda beşerin açıklama bekleyen, belki de açıklanamayıp sır kalacak mucizevi yeteneklerinden biridir.
Beşere hükmedebilecek robot tasarımının da ilki olasılıkla Yahudi mitlerindeki Golem’dir. Köle-robot olarak tasarlanmış bu varlığın alnındaki ‘E-METH’ yazısının E’si silindiğinde kalan sözcük ‘ölüm’ demektir. Alaaddin’in Lambası’daki dev gibi efendilerinin her türlü arzusunu gerçekleştirir ama bumerang gibi efendisine dönüşebilecek bir silahtır aynı zamanda.[9] Mary Shalley’in roman kahramanı Frankestein’i esinlendirdiği söylenebilir. Daha yakın tarihli My Love Holo[10] filminin sanal kopya karakteri Holo da böyle bir varlıktır. Üç boyutlu ama geçirgen. Gio Lab şirketinin ürettiği hologram gözlüğü takan Holo’yu görebiliyor ve ondan istekte bulunabiliyor. O da her isteği yerine getirebilecek kudrette.
Akla gelebilecek bir başka antik otomat, Homeros’un İliada’sında adı geçen Girit kralı Minos’un hizmetçisi bronzdan yapılma büyük dev Talos olabilir. Bu otomat saraya giren yabancıyı etkisiz kılmak için tasarlanmış bir hizmetçidir. Ateş kuyusuna atlar, kor hâline gelince çıkıp gelen yabancıyı kucaklar. Kurbanın acı çekmesinden zevk alır. Mitin bir başka türümünde Talos, ilk uçağı tasarımlamış, zanaatçı, mühendis, pergeli, testereyi, çömlekçi çarkını yapmış, Labyrinthos’un mimari, Dedalus’un yeğenini kıskançlık yüzünden öldürür. Bu iki mitin paydası Girit kralı Minos’tur. İkinci Talos ve Dedalus’un teknik(teknoloji) becerileri simgeledikleri gibi beşerin teknikle ölümcül dansını da akla getirirler.
Bu dansın bir başka kesiti Hermes, Hephaistos ve Prometheus mitleridir. Teknolojinin yaratıcısı ve insanın kurtarıcısı Hermes’ten sanatı, Hephaistos’tan ateşi çalarak tanrılara özgülenmiş tekhne’yi insanlara aktaran Prometheus’a tanrıların uyguladığı vahşet sözünü ettiğimiz ölümcül dansın hafife alınmaması gerektiğini ve tesadüfi olmadığı uyarısı gibi okunabilir. Bu bağlamda denebilir ki bu mitler, beşerin doğa karşısında üstünlük sağlama hayalini, Epimetheus ve Pandora öyküleri de bu kalkışmanın hüsranla sonuçlanabileceğini simgeler.
*
Mitlerin otomat kölelerinden gerçeğine gelirsek esinlendiricilerinin Aristoteles’in işarette bulunduğu mitteki Hephaitos’un altından yaptığı robot cariyeler olduğu söylenebilir. İlklerinden birini Arşimet(MÖ III. yy) sonrakini de İskenderiyeli Heron(MS. I. yy) yapmıştır.[11] Çin’den Han(III. yy)[12] ve Sui (VII. yy) ve Tang(VIII. yy) Hanedanlıkları dönemlerinde yapılmış otomatlar, el-Cezeri’nin(XII. yy) yaptığı ele su döken, havlu tutan otomatonlar ve saatleri, Ortaçağ Avrupa’sında da Albertus Magnus’un dekoratif mekanik nesneleri vb katılabilir bu ilklerin arasına.
Bunlar XIX. yüzyıla gelinceye dek mitik görüldüğünden olsa gerek, beşere döneceği, beşerin yerini alacağı kaygısı çok belirgin değildir. Çünkü yapay ile doğal arasındaki mesafe açılmamıştır. İnsanın bir ayağı ikinci doğasındaysa biri hâlâ birinci doğadadır, en azından kültürel habitatın bir kısmı doğada olduğundan tehdit görülmemektedir henüz.
Sözkonusu makineler çoğaldıkça teknolojinin beşeriyetin sonunu getireceğine ilişkin nevrotik hâl almış olan kaygı, Jean-Baptiste-François-Xavier Cousin de Grainville’in Le Dernier Homme’u(Son Adam, 1805)[13] ve Maria Shalley’nin, The Last Man'i(Son İnsan, 1926) romanlarına esin oluşturmuş, ona yapay insan Shalley’nin Frankestein’ı(1818), sonra da Ernest Theodore Amadeus Hoffman’ın Der Kampf der Sanger(Şarkıcıların Savaşı, 1814) romanı ve Automata öyküleri(1816) eklenmiştir.
Özellikle galvaniz ve elektrik yardımıyla bedensel ölümsüzlük olasılığının tartışılmaya başlandığı bir zamanda bunların düşünülüyor olması, bu kitapların yayınlanması, tren vb araçları beşeri işlevsizleştirecek gelişme olarak değerlendiren Gustave Flaubert gibi birçok yazar ve düşünürün teknoloji karşısındaki tedirginliğine gelince paranoid yorum da olsa ortak bilinçaltından kaynaklanıyor olabilir.
İyi robotların ilk tasarımıcısı Eando Binder sayılabilir. Filme de uyarlanmış I Robot’unun(Ben Robot)[14] insansı dense de insandan daha çok insan gibi davranan kahramanı otomat Adam Link, aslında bir kaza sonucu ölmüş olan mucidi Dr. Charles Link’i öldürmekle suçlanınca kaçar. Tehlike yaratmaktansa kendini kapatmayı yeğler. Bu romandan esinlenmiş olan Isaac Asimov 1941’de yazdığı Reason adlı öyküsünün robot kahramanı da ruhani eğilimler taşır. Robotlara insanlarla çatışan değil, uzlaşan, beşere hizmet eden, kurtarıcı roller yüklemiş başka metinlerle sürer kurmacalar. Harl Vincent’ın ‘Rex’(1934) adlı öyküsünde duygusuz robotlar dünyanın denetimini ele geçirirler. Dahası o ana kadar olagelenin tersi olur, insanla empati geliştirince pişmanlık duyar intihar ederler. Jack Williamson’un The Humanoids(1948) adlı romanındaki robotlarsa köle, hizmetçi ve koruma görevlerini öylesine ileri götürürler ki beşeriyetin yerinde saymasına neden olurlar. Bunlar da iyimser tasarımlardır robotlara ilişkin.
Herbert George Wells’in 1897’de yayımlanan The War of the Worlds(Dünyalar Savaşı) romanı sözkonusu kaygının olası başka bir kaynağına çeker dikkatleri. Automata öykülerin önermesi uzaylıların dünyayı işgal edebileceğidir. Mihail Afanasyeviç Bulgakov, bu iyiliği Usta ile Margarita romanında Dostoyevski etkisiyle ve Kafkaesk bir üslupla Şeytan ve ekibine devreder. Arthur C. Clarke‘ın 1953 yılında yayımlanan ‘Çocukluğun Sonu’ da bunun bir türümü sayılabilir. Ancak bu defa kurtarıcı ve eleştirmen Şeytan değil ama Şeytan’a benzeyen, Hükümdarlar denilen uzaylıların temsilcisidir.[15] Çocuklarını alıp giderek uslanmayan beşeriyeti sonuyla başbaşa bırakır. I Em Mother da insanlar ıslah olmaz, kötü genlere sahip olanları elemek gerek anadüşüncesine göre kurgulanmıştır. Deney ve elemeyi bir robot yapar.
*
Bu öyküler XX. yüzyılda Daniken’in ‘Tanrıların Arabaları’ metaforu, ulaşılmaz yüceltilerde ikamet eden Olimpuslu tanrıların, o da antik Mısır hiyerogliflerindeki uzay aracı gibi görünen figürlerin açtığı yolda ilerlemiştir denebilir. Tanrıların durmadan gazaba gelip insanları cezalandırmasına karşılık Prometheus mitinin göksel iyilik gibi yorumlanması, sonraki dinlerin iyi tanrı imgesinin ve bilim-kurgu öykülerindeki iyimserliğin kaynağı sayılabilir. Kur’an’ın da iyilik gibi kötülüğün kaynağı olarak uzayı gösterdiği söylenebilir.
Hz. İsa’nın göğe çekilişi metaforunu andıran Çocukluğun Sonu’nun yayınlanışından bir yıl sonra yayınlanan Jack Finney’in The Body Snatchers(Beden Hırsızları, 1954) romanındaysa insanların bilinçleri ele geçirilir. Thomas Disch’in The Genocides(Soykırım, 1965) adlı romanı buna eklenebilir. İnsan ırkının kıyımı anlatılır bunda da. Uzaylılar dünyayı tarla insanları da ırgat gibi kullanırlar. Stephen King de Şeffaf(1987) ve Rüya Avcısı(2001) adlı romanlarında dünyanın uzaylılarca işgalini anlatır.
Uzaylılarla temas çabalarına yerimizi belli ediyorsunuz, başka yıldızlardakiler gelip dünyamızı kolonileştirebilir düşüncesiyle karşı çıkmışken, kurmacalardaki bildik kaygıdan da farklı bir şeye işarette bulunur Stefan Hawking, en geç yüz yıl sonunda dünyanın yaşanmaz olacağını söyler, insan türünün devamı için başka gezegenlerin kolonileştirilmesini önerir. Shalley’in Cousin de Grainville’in romanlarının bir tesadüf olmadığını, sanayileşmeyle başlayan yabancılaşma kaygısından kaynaklandığını, dönemindeki üretimi tüketime bağlamış ABD sürümü teknolojinin türümü olduğunu sözüne/düşüncesine karıştırmaz. Belki bunları düşünmez bile Stefan Hawking. İkinci önermesi de denebilir ki ABD’yi, teknolojik gücünü abartmasından, sosyo-ekonomik modelini kaçınılmaz, hatta tek çözüm olarak bellemiş olmasından kaynaklanmaktadır.
Çoğu ABD yurttaşının ABD ve kapitalizmin ölümsüzlüğüne inancı söylem düzeninde içerilidir, dispoitiflerle örgün ve yaygın eğitimle berkitilen ezberdir. Beşer bitebilir ama ABD bitmez yanılsaması ABD yapımı bilimkurgu filmlerinin hemen hepsinde görülebilir. Çünkü kapitalizmin seçeneksiz olduğuna koşullanmışlardır ve bu inanç, iktidar otoritesi için gereklidir.
Dünya gözden çıkarılabilir, her şey gibi o da kağıt mendildir sanki, kullanıldı atılmalı. Tükettikçe var kalabilen bu teknolojiden vazgeçme riskini bırakın göze almayı sorun gündeme alınmaz. Kapitalizm ve ABD sisteminin çökmesini akla getirmek istemezler. Dünyanın elden çıkarılması, uzaylılara yerimizin belli edilmesi göze alınmıştır ama bu teknoloji politikasını, tüketim ekonomisini, hadi sosyalist ekonomiyi demeyelim, parma kültürü seçenek görmezler. Tartışmayı bile düşünmezler. Düşünmeyince, başka gezegenlerin sömürgeleştirilmesi meşru bir hak gibi algılanır. Frank Herbert’ın Dune ve Dan Simmons’un Hyperion romanlarındaki ve Gene Roddenberry’nin 1966'dan 1969'a kadar yayınlanmış Uzay Yolu dizisinde dünyalıların başka yıldızları sömürgeleştirmelerine pencere açılmıştır. Olağanmışcasına kurgulandığı gibi de izlenmiştir.
Christopher Nolan tarafından yönetilen epik Yıldızlararası(İnterstaller, 2014) filmindeyse kapitalosen sonunda insanlar için yaşanmaz bir yer durumuna gelmiş dünyadan kaçış anlatılır. Her ABD’li uzay gemisinde, başka gezegene taşınanlar arasında kendini hayal edebilir ama, gerçekte zengin azınlıktan başkasına yer olmayacaktır orada. Don’t Looc Up(Yukarı Bakma) filmine bakılırsa President Orlean da kuyruklu yıldızın çarpması sonucu on bir şiddetindeki deprem gibi yok olacak dünyada oğlunu da bırakıp kaçar. Beyaz Saray genel sekreteri oğlu Jasen Orlean’ı bile. O ki “üç tip insan var; aşağdakiler, sizler, işçi sınıfı; sonra yaşam koçları, dietisyenler; sonra biz havalı zenginler” diyen biridir.
Belki bu olasılık irade dışı, ama President Orlean’ın “başınızı önünüze eğin. Gözünüzü ayırmayın” dediği kapitalist yolun sonu da felakettir. Dünyaya çarpan kuyruklu yıldız altın ve platin de olsa doğasının tükenmemesi olası değil. Bencil ve obur kapitalistler bu riski göze alırlar. Gemide kendisine yer olmayanlar veya dünyadan ayrılası gelmeyenler, çaresiz son ana kadar direneceklerdir. Jonathan Helpert’ın 2019 yapımı IO filminde buna, kaçış öncesine, dünyanın nasıl yaşanmaz bir yer durumuna geldiğine, başka gezegenlerin gurbet olacağına ve dünyanın hâlâ iyileşebileceği umuduna tutulur kamera.
Bu sürecin bir başka görünüşü Philip K. Dick’in 1968’de yayımlanan “Androidler Elektrikli Koyun Düşler mi?” (Do Androids Dream of Electric Sheep) adlı romanında ve uyarlaması Blade Runner 2049 filminde çıkar karşımıza. Dünya çölleşmiştir. Wallace Şirketi, yarı doğal(cyborg) replikantlar üreten Tyrell şirketine açtığı savaşı kazanmış, gezegenlerin de ötesine göz dikmiştir. Yeni pazarlara ve sömürgeleştirmek üzere başka dünyalara yöneliş anlatılır. Bırakın sıradan ABD’liyi Blade Runner’ın cyberpunk dünyasında eski tip androidler bile yaşatılmaz. Devletten de büyük otomasyon, robotik, sibernetik, elektronik ve yapay bilinç(AI) şirketlerin çalışanları tekno türdeş, tekno öjeniktir; insanın kırıntısını bile taşımayacak biçimde tekno ırkçı ayıklamadan geçirilmişlerdir. Yeni nesil hibritlerle doğurgan beşerin rahmi bile köreltilir. Yönetici ise beynine takılan ciple görmekte, düşünmektedir. Tam bir robottur.
*
Filmin sonunu filmde bırakıp akla geleni soralım: İnsansı yanlarıyla insanlığa dönmek üzere isyan eden eski tip androidler başarılı olabilir mi?
Juan Enriquez-Steve Gullans, yapay seçilimin doğayı geçtiğini, Robert A. Norman-Sharad P. Paul ikilisi de ‘Son Doğal İnsan’ olduğumuzu savlıyorlar,[16] ama Edgar Morrin ‘Yolumuzu Değiştirebiliriz diyor. Bunlardan önemlisi kapitalosen çağı, ondan da önemlisi bugünün gerçekleri. Ne ontolojik korkudur ne de gelecek korkusu, kanlı canlı biz onun içinde o bizim…
Birileri kaygılanırken sanayileşmeyle başlayan doğanın alt edilmesi gereken düşman olduğu yargısına cyborgcular insan bedeninin hastalıklı ve yetersiz savını eklemiş bulunuyor. Teleolojik düşüncenin hüneri ideal bir beden varmış, olabilirmiş gibi. Şimdilik İnsan 2.0’ın eşiğindeyiz.
Elon Musk’ın ‘Neuralink’ projesi ‘Robokop’un da ötesinde Matrix’in uygulanmasıdır. Musk projesinden vazgeçmediyse böylece makinlerle beşer varlığı arasında kesintisiz entegrasyon sağlanmış olacak. İlerdeki 3.0 aşamasında artık bildik bedene de karbonuna da silikonuna da çeliğine de gerek yok denecek, beşerin yerini yaratılmış ruhlar alacak. Daha doğrusu sayılar, algoritmalar. Talmud’da Âdem’in bedenine ruh üflenmeden önceki Golem hâlinin de öncesi ki bu, amorf, şekilsiz madde anlamına gelir, o da tahayyül bile edilemez namevcud demeye.
Bizim bu yazıyla dikkat çektiğimiz, distopik varsayımların öne çıkardığı gelecek korkusu, yanılsama veya anbartılı bulunabilir; ama, kaygının yersiz olduğunu söylemek de aymazlıktır. Fütüristlerin iyimserliğine ve güzellemelerine rağmen sözkonusu gelecekteki tehdit olasılığı etkisiz kılınmış değil. Tüketime endeksli algoritmaların dayattığı teknolojiyi kontrol altına alacağımızın garantisi yok. Dolayısıyla Ludistler bir yana, Theodore John Kaczynski, Ulrich Beck, Anthony Giddens, George Zerzan, James Bridle vb yazarların uygarlık ve teknoloji karşıtlığı düzeyinde değil ama korku bir özsavunma tepkisidir.
Gidişatın ciddiyetini kimse yadsımıyor artık. Beşeri nesneleştiren yabancılaşmanın sorumlusu söylem düzeninin dizginleri faydacı ekonominin dişlileri arasında çünkü. Dr. Frankestein vb distopik romanların ve ‘beşinci yokoluş’un mitik aktarımı metinler veya ontolojik bilinçaltının etkisine, risk alma konusundaki kararsızlığı da eklemeli. Günümüz teknolojisi sayesinde bilgiye erişimin kolaylaşması bunu ve sözgelimi Covit 19 virüsünün yapay olarak ilaç firmalarınca üretildiği, Dünya Sağlık Örgütü aracılığıyla korkunun yayıldığı, yine aynı örgütçe aşının önerildiği, insanların yeterince test edilmemiş aşıya zorlandığı, olası yan etkileri vb bilgiler, özcesi nano teknoloji, biyoteknoloji ve farmakolojiye ait bilgi kirliliğinin çevresindeki kuşku ve kaygı da risk algısını artırmıştır. Bilim hiç olmadığı kadar güven kaybına uğramış bulunuyor.
Bunlara son olarak ABD başkanı sağlık danışmanı Dr. Antony Fauci’nin kendini bilim yerine koyup yargıda bulunduğu, muhaliflere saldırganca davranışta bulunduğu iddiaları da eklenebilir. Kimi sivil toplum örgütleri, ilaç ve sağlık sektörü firmalarının gücünü, Covit-19 salgınının doğal veya yapay gizli ve hiperbolik kaygıları tetikleyeceğini, ortaya çıkan korkunun post-truht oyunlarıyla biçimlendirilip politik silah veya reklam aracı olarak kullanılabileceğini biliyorlardı. Kurmacalarda da işlenmişti bu.
Eski bilim-kurguları, sözgelimi Jack Finney’in Beden Hırsızı’ndan(The Body Snatchers, 1955) uyarladığı, Philip Kaufman’ın yönetmenliğini üstlenmiş olduğu Beden Hırsızlarının İstilası’nda(Invasion of the Body Snatcher, ABD, 1978) sağlık ve bağışıklık sisteminin yetersizliğini gerilim nedeni edinmişti.[17] Satışa çıkarılacak ilaçların ve tedavi hizmetlerinin talebi için bir önçalışması mı yoksa bilimsel bir öngörü mü 1990’larda salgına ilişkin gerçek olaylar taşınmya başlar beyazperdeye.
Anlaşılmıştır ki devletin ve ekonominin ortaya çıkışından başlayarak bir yönetim ve yönlendirme edimi olan politika, özünde beden politikası, Foucault’un adlandırdığı gibi biopolitik, Roberto Esposito’nun adlandırdığı gibi biyopolitikler immünolojik, o da eni konu nekropolitiktir. Covit-19 pandemisiyle su yüzüne çıkınca bu, yazarlar ve yönetmenler de virüsün kahramanı olduğu öykülerin yazımına ve film uyarlamasına hız verdi. Güney Kore yapımı havadan bulaşan bir virüsü konu edinen Kim Sung-su tarafından yazılan ve yönetilen The Flu(2013, Güney Kore) yönetmenliğini Kinji Fukasaku’nun yaptığı aynı adlı romandan uyarlanmış Virüs(1980 Japonya) ve Scott Z. Burns’ün yazdığı Steven Soderbergh’in yönettiği, beşeriyet içinde yüksek bulaşıcılık oranına sahip virüsün yayılmasını konu edinen Contagion(2011) vb bu konudaki kurmacalardan birkaçı olarak anılabilir.
Eklenebilecek benzeri birçok kurmacanın yanı sıra teknolojik gelişmeler fütürist dualizmin yeni biçimi şu önermeye yol açmış bulunuyor: Beden kabuktan başka bir şey değil, insan bilinç veya ruhtan ibarettir. Dolayısıyla nihai çözüm bedenin terkedilmesidir.[18] The Terminator (1984), Robocop (1987), Total Recall (1990), Ex Machine(2017) son olarak aynı adlı Japonca bir öyküden Jamie Moss, William Wheeler ve Ehren Kruger’ce uyarlanan Rupert Sanders’in yönettiği ABD yapımı Kabuktaki Hayalet bu yönsemeyle kotarılmış filmlerdir.
Rey Kruzweil’in İnsanlık 2.0’ındaki görüşlerinin bir uyarlaması gibi görünen, senaryosu Jack Paglen tarafından yazılmış, Wally Pfister'in 2014 yapımı Evrim(Trancedenc) adlı filmse bunlardaki dolayıma da gerek kalmayacağını saklı tasım olarak içerir. Adı geçen kitabı da dikkate alarak mesajını şöylece yorumlayabiliriz: Nano teknolojinin önümüzdeki menzilinde bilinç aktarımı var, dolayısıyla ölümsüzlüğün reçetesi icat edilecek. Buna göre cennet olasıdır. Ama bildik beşer de onun doğallığı homo da tarih olacak ya da müzelik yahut bilim-kurgularda alegorileştirildiği gibi işlevsizleştiği için yılkıya bırakılmış atlar gibi ayak değmemiş yaban hayata yahut kentlerin varoşlarına, oralarda da yeraltına sürgün edilebilirler.
Burası, doğanın ideale göre ayarlanmasını öneren Platon’un da, matematiksel tasarıma dayalı tekno-politika doğayı kaba materyale, enerji kaynağına indirger diyen Heidegger’in ge-stell öngörüsünün de ötesinde “size iyi bir dünyanın sonu dilerim”[19] denilecek distopik bir yerdir.
Bu kurmacaların yaptığı felekat tellalığıdır veya President Orlean’ın bir başka post-truhtudur diyenler de olabilir.
Teknolojinin seyri oraya varır mı bilmiyoruz. Varsa bile öjenik veya cyborg ya da androide dönüşmüş süperhuman o varlığın içinde ‘insan’ kalmış olabilir mi? Kalmış olsa bile kapitalosene ne kadar direnebilir, diğer hayvanlar, canlılar ve benzer yoldaş türlerin biraradalığıyla yaşayabileceği bir habitat, Donna Haraway’in deyişle “insanlar tarafından değil; insanlarla insan-olmayanlar arasındaki bir ortak inşa olacak”[20] biçimde bir doğa yaratabilir mi?”
Ve benzer birçok soruya ne yazık ki olumlu yanıt verilemiyor.
*
Transhümanistlere [HY1] göre algoritmalarla beşer emeğine gerek duyulmadan gökdelen dikilebilecek. Rekolte birkaç katına çıkarılıp, çöller bile tarım arazisine çevrilebilecektir. Cennet dedikleri bu ütopya içinde beşer, interfaces yazılımlar, genetik mühendisliği, öjeni (sağlıklı cenin) ve psikofarmakoloji yoluyla fiziksel ve bilişsel yetenekleri artırılarak süperhumana dönüşecek. İlerisi yukarda da 3.0 olarak belirtildiği gibi eni konu internet üzerinden yayınlanan birbirleriyle bağlantılı hiper-metin dokümanlarından oluşan bilgi sistemidir. Ağla kuşatılmış bu dünya(World Wide Web), karbon bazlı değil, silikon bazlı bir evren olacaktır. Özgür iradenin olmadığı bu evrende araçsal akıl ve mantık egemendir; ne duygu ne rastlantı ne sıradışı ne de zekâ sözkonusudur.
Buralara varabilecek doğal olmayan mutasyonun seyrini de şöyle özetleyebiliriz: Beşer, robotların/yapay bilincin doğasını ve doğayı ele geçirmesinden önce biyolojisinin aşılmasının, cyborglaşmasının, eşdeyişle makineleşmesinin koşutunda benlik üzerinde öz-denetim kalkar. Doğadan uzaklaşılmasının sonucu hakikatin/doğruluğun(aletheia) etosa dönüşmesi engellenmiş olur.”[21] Parçanın bütün için harcandığı bu durumda “tekno nihilizm”, bir başka deyişle de ge-stell nihilizmi boyutlarındaki yabancılaşma içinde beşer araçsallaşır.[22] Sonra prekaryalaşır, Yapay Bilinç’in Tanrı yerine ikamesiyle beşer ‘özne’likten düşer. Yani işlevsizleşir.
Arthur C. Clark’ın uzgörüsüyle Geleceğin Çehresi kitabında sözünü ettiği üzere düşünen insandan(homosapiens) düşünen makine’ye(machine-sapiens) doğru hızlı ilerlemenin sonucudur bu. Clark’ın “mekanik akıl yayılıyor, akıllı compitürlerin ikinci kuşağı daha zeki başka kompitürler tarafından yapılacak” dediği, Max Tedmark’ın İnsan 3.0’ı da bunun devamı. Uzun sözün kısası sonunda doğal insanın ve bilincinin yerini sayılardan oluşan yapayı alacaktır. Bilim-kurgunun önümüze koyduğu gelecek budur: Algoritmik, bir başka deyişle de dijital diktatörlüğün ve kapitalosenin varacağı tekno-toplum bir tekno eskatoloji yaratacaktır.
*
Abartılı bulabiliriz bunları ama hayalperest yazarların fantastik hezeyanları diye bakıp geçemeyiz. Kapitilosenin ekonomik krizinden önemlisi habitatımızın korunmasıdır; mesele tür boyutlarında yaşamsaldır, önleyici çalışmalar için farkındalık yaratmalıdır. Ancak fetişizm ve yabancılaşmaya uzamındaki yeni kuşakların kayıtsızlığını kırmak pek olası görünmüyor.[23] Freud’un ‘uygarlığın huzursuzluğu’ dediği, ‘uygarlaşma’yla başlayan nevroza bağışıklık kazanmış gibidir yeni dediğimiz Alfa Kuşağı. Çünkü, transhümanistlerin vaad ettiği bir mecrada teknoloji treninde hızın hazzına kaptırmış bulunuyor kendini. Dahası, tanrı simgesinin Hegel tarafından tarihe tahvili biçimindeki bu psikolojik ‘öznelik’ ‘kurtarıcı’ uzaylı imgesiyle kışkırtılmış, ilgisi göksel(semavî) dinlerdeki gibi göklere yönlendirilmiştir yeniden.
Şimdilik romanlardan çok filmlerdeki garip güçlerin ve ayağının altından halı gibi çekilmekte olan geleneksel iktisadi ilişkilerin kayıp gittiğini hissediyor olsa da bunlar beşere masal gibi geliyordur, dolayısıyla çocuksu kaygıdan öteye gidemeyebilir. Ya da teslim alınmış olabilir yığınlar. Çünkü emeğin değersizleştiği, giderek işin olmayacağı bir dünya sözkonusudur.
Fütürist güzellemelerin sisini aralamak olanaklı olmasa da görünen köy kılavuz istemez. Algoritmaların yönetiminde kuklalara dönmüş beşerin bugünkü otomatikleşmesi mekanikleşme, araçsallaşma, ruhunu yitirme, dışlanma ve elimine edilme korkusunu, o da eninde sonunda yaşam içgüdüsünü veya conatus’u harekete geçirebilir. Ancak yolda ve bir kez daha mistife edilmesi sözkonusudur. Çünkü kimi kurmacalar hâlâ modası çoktan geçmiş anlatıların reçetelerini sunmakta. Sözgelimi kurtuluş için hâlâ Tanrının Kitabı’nı işaret eden Albert Huges’in yönetmeni olduğu Tanrının Kitabı(The Book Of Eli) ve Seçilmiş filmleri.[24] Ve dinsel öyküleri akla getiren Lost.
Agamben’in dispozitif analojisiyle saptadığı üzere Hıristiyan epistemolojisine/söylem düzeneğine göre gökler Tanrının yönetimine bırakılmıştır, yeryüzü de İsa’ya. Bu İslam interlandında hadis-ayet ayrımına denk gelir. Böylece teoloji ile ekonomi siyaseten içiçe girmiştir; “kainatın ve insan tarihinin kurtuluşu” buna bağlanmıştır.[25] Başkan Orlean, yukarı bakılmasını istemese de aslında söylem düzeni bunu ister ve dispozitifler oraya yönlendirir muhatabını. İkili Sarmal, Codebias, Sosyal Manipülasyon filmleri de iktidara tam bir denetim olanağı sağladığını gösterir.
Kameralar tarafından görüntülenmemek, sensörlerce izlenmemek isteği bile direniş mevzisine izin vermeyebilir. Bizi izliyor olduğu için gelecekte kendini anında güncelleyen bilgisayarlar olacak. Sarkaç gibi bu bakışımlı güncellenme/etkileşim bir değişim mi yaratacak yoksa kısırdöngü mü, bu da kuşkulu ama, bunu belirlemeden doğal insanı kaybetmiş olabiliriz.
Toffler’ler “üçüncü dalga” diyordu, anımsanacağı gibi Stjepan G. Mestrovic “duyguötesi toplum”, Guy Debord “gösteri toplumu”, Funk, tüketici ben-odaklı postmodern karakterlerin toplumu… Bugün durum bunun çok ilerisinde Kurt Wimmer’in İsyan(Equilibrium, 2004, ABD) filmindeki duygu, anımsama, geleneksel nesneler vb yasaklandığı insanların ilaçlarla değil ama toplum mühendisliğiyle duygusuzlaştırıldığı bir aşamaya gelmiş bulunuyoruz. Baudrillard ise kopyanın gerçeğin yerini aldığını, gidişatın iyiden iyiye bir metaztas olduğunu ilerisürmekteydi.
Birçok kurmaca, algoritmaların yönlendirimiyle gitmekte olduğumuz tekno-toplumu bir tünelmiş gibi, sonunu da böylece bir feeri gibi betimliyor. Bundan doğan kaygı ontolojik kökenli olabileceği gibi kurmacaların yarattığı hayal de olabilir, gerçek de. Bu alegori içinden sözü sürdürerek diyebiliriz ki tünele girmeden önceki son sapağı geçmişiz ama durabiliriz. Devamındaki sorunun beklenen yanıtı yaşamsal önemdedir: Fütürist hüneri Yapay Bilinç(Artıciel Enteligeint) marifetiyle gelinmiş buradan geri dönülebilir mi ya da bu teknoloji transhümanistlerin vaad ettiği yerde kalabilir mi?
Dediğimiz gibi yanıt olumsuz. Ama henüz iş işten geçmiş değil. İçinden konuştuğumuz alegoriye göre söylersek Edgar Morin’in deyimiyle Yolumuzu Değiştirebiliriz.[26] Seçeneğimiz Žižek’in Covit-19 virüsünün yayılması karşısındaki önerilerinden biri olabilir: Ya güçlü olanın hayatta kalmasına göre bir yaşam ve politika ya da dünya halklarının dayanışmasıyla yeni bir komünizmi uygulamaya geçireceğiz. İster dinozor sosyalist bir tehdit algılayalım, ister bilim-kurguların olası komplo senaryolarının tehdidine rest çekmek olsun, radikal hayal gücümüzü harekete geçirecek bir mikro politika önerisidir bu.
Devletler, kurumları ve politikacılar savunageldikleri kapitalist sistemin inkârı anlamına gelebilecek bu politikaya baştan kapalıdırlar. Dümenin kırılmasına öncülük edebilecek sessiz yığınlarınsa emekleri artık para etmediği için gücünü kaybetmiştir. Böyle bir devrimi omuzlayıp tamamına erdirmesi bir yana caydırıcı olması da sözkonusu değil. Bunların en dinamik katmanını oluşturacak Alfa Kuşağı’na gelince ellerindeki telefon aracılığıyla merkezin burgacında olduklarının farkında bile değiller. Fareli Köyün Kavalcısı’nca büyülenmiş gibi Yeni Karanlık Çağ’a sürükleniyorlar.[27] Geriye içinden geldiği ezberi bozulmuş entelektüeller, akademi dayatmalarının baskısı dışına çıkmış akademisyenler, vicdan sahibi bilim insanları, iradesini özgürce kullanabilen filozoflar, durumun farkında olması gereken duyarlı sanatçılar, aydınlar, bilgeler kalıyor.
Amaç doğal zorunluluklardan özgürleştik derken dünyanın yakalandığı bu ağdan da kurtulmak. Çözüm Golem veya tanrısal inayetle bulunacak değil. O; Edgar Morin’in “Kaybolmuş Paradigma” olarak adlandırdığı, özbe öz kendisindedir insanın. Beşerin homosu gibi humanından da arınmış insan yanında.
Özcesi, canlı kölelerin yerini alsın diye hayal edilen, tasarlanıp üretilen robotların tıpkı köleler gibi ayak iken isyan edip baş olma olasılığı artık bir hallisünasyon değil, olası bir gerçek. [HY2] Arzunun sürüklediği beşerin kapıldığı nano teknoloji ağları olarak algoritmaları tarantulaya benzetebiliriz. Ve sorabiliriz: Beşer onunla ölümcül dansını nasıl sonlandıracak?
Vardığımız süreçte bilimkurgucular ve felsefeciler gibi ekonomistler ve politikacların da yanıtlaması gereken bir sorudur bu.(Virüs kültür sanat ve edebiyat dergisinin 15. sayısında yayınlandı, nisan-mayıs-haziran 2023)
[1] Yönetmen Haaifa al-Mansour’un Mary Shelley(2017) filminden Vampir romanının yazarı John Polidori’ye ait bir replik. [2] Fredric Jameson. [3] Sinemanın mucidi ve ilk bilimkurgu filminin yönetmenidir. Filmi Jules Verne’nin La Voyage de la Luna(Aya Seyahat) romının uyarlamasıdır. Le Dernier Homme, Jean-Baptiste Cousin de Grainville tarafından düzyazı şiir şeklinde Fransızca yazılmış insan türünün sonuna ilişkin fantastik bir romanıdır. [4] Bkz. Turan Dursun, Evren Bir Şaka mı? Berfin Y., İstanbul, 2015. [5] Çev. İlknur Özdemir, YKY., İstanbul, 2022. [6] The Bicentennial Man, The Positronik Man öykülerinen Nicolas de Toth ve Neil Travis tarafından senaryolaştırılmıştır. [7] Bundan olsa gerek ki Karel Çapek’in bir piyesinde kullandığı köle anlamındaki Çekçe “robota” sözcüğü andoroidlerin, algoritmaların yerine kullanılıp dünya dillerine yerleşmiş bulunuyor. Otomasyon makinelerine köle anlamındaki serv ile makinenin birleştirilmesi sonucu üretilmiş ‘servo mekanism’ de bu mantıkla üretilmiştir. [8] “Aletheia: Unutulmuş, saklanmış olanın açığa çıkartılması anlamında kullanır Heidegger. Epokhe(epoche): Yargıdan kaçınma, araştırmaya devam görünüşlerin bize gerçeği veremeyeceği dolayısıyla bilgiyi toptan ret etmek veya askıya almak. Arché: Kendi benliğine hükmeden ilke. Otarşi: Kendi yasasını koyma, kendi kendini dayatma veya kendini yaratma. [9] Golem, ruhu olmayan genelde kilden veya topraktan oluşturulan bir robottur. Mitin kimi türümlerinde tahta olduğu belirtilir. Bkz. Collins, Harry, Trevor Pinch, Golem, Bilim Hakkında Bilmemiz Gereken Her Şey, çev. Zeki Yemez, Sarmal Y. İstanbul, 1997. [10] Yönetmen: Lee Sang-yeob (i). Senarist: Ryoo Yong-Jae. 2020 Güney Kore yapımı. [11]Bkz. Despına Kakoudakı, Robot Anatomisi Edebiyat, Sinema ve Kültürel Çalışmalarda Yapay İnsan, çev. Deniz Aras, İstanbul, 2016. 2000 yılına Doğru Sibernetik, Toygar Akman, Türkiye İş B. K. Y. Ankara, 1988. Mustafa Yelkenli, Öteki Dünyalı, Çiviyazıları Y., İstanbul, 2000. [12] İmparator için yapılmış mekanik orkestra. [13] Cevat Akkanat, Yeni “Son Adam Yazını” Çağı, Ankara, 11 Temmuz 2022, https://cevatakkanat.blogspot.com [14] Isaac Asımov’un Ben, Robot adlı öyküsü de 2004’te Alex Proyas tarafından sinemaya uyarlanmıştır. [15] Harry Bates’in Farewwll tı the Master adlı öyküsünden Scott Derrickson’un Dünyanın Durduğu Gün(The Day the Earth Stood Still, 2008) adıyla uyarlanmış filminde de yine dünyayı yokoluşa sürükleyen beşeriyetten kurtarmak üzere uzaylıların ele geçirip görevlendirdiği dünyalının gerekçesi şudur: Evrende, dünya gibi karmaşık yaşam formlarına elverişli pek az benzeri vardır. Dolayısıyla harcanamayacak kadar değerlidir, korunması gerekir. [16] Juan Enriquez-Steve Gullans, Kendi Evrimimizi Yönetmek, Yapay Seçilim ve Rastlantısal Olmayan Mutasyon Yeryüzündeki Hayatı Nasıl Değiştiriyor, çev. Olcay Sevimli, YKY., İstanbul, 2018, Robert A. Norman-Sharad P. Paul, Son Doğal İnsan Nereden Geldik Nereye Gidiyoruz? Çev. Yonca Aşçı Dalar, Türkiye İş Bankası Kültür Y., İstanbul, 2020. [17] Diğer uyarlamalar: Merihten Saldıranlar, (1956), Parazit(1993) ve İstila(2007). [18] Bkz. David le Breton, Bedene Veda, çev. Aziz Ufuk Kılıç, Sel Y., İstanbul, 2016. [19] Don't Look Up’tan bir replik. [20] Donna J. Haraway, Başka Yer, Derleyen ve çeviren: Güçsal Pusa, Metis Y. İstanbul, 2010, 123. [21] Bkz. Senem Kurtar, Heidegger ve Poetik Düşünme, Pharmakon Y., Ankara, 2014, s. 109-112. [22] Heidegger, gaviert olarak adlandırdığı tahta köprünün doğaya uyumunu, modern teknolojinin özü olarak belirlediği Ge-stell, üzerinde hidro elektrik santral kurulunca Ren nehrini gizemini kaybedişini örnek gösterir. [23] Bu filmde insanlar robotiktir. Gecesi ve iklimi olmayan bir dünya ve yeni bir kuşak yaratılmıştır. Yaşlılar denilen bir sınıfın, tek tip ve duygusuz yeni kuşaklar yaratmış, bilişsel ve fiziki sınırlara hapsetmiştir. Bu kuşaklar duygulanmayı arzulayıp eskiye dönmek istese bile kötülüklerden korkmaktadır. [24] Filmin kahramanı Eli’nin “o lanet bir kitap değil, insanların kafalarının içini ele geçiren bir silah. Onunla insanlara kesin egemen olunabilir” denir bir kesitinde. [25] Gorgio Agamben, Dispozitif Nedir. çev. E. Dedeoğlu, İstanbul: Monokl Y., 2012, s. 25-26. [26] Edgar Morin, Yolumuzu Değiştirelim (Koronavirüsün Öğrettikleri), çev, Murat Erşen, Türkiye İş Bankası Kültür Y., İstanbul, 2021. [27] Bkz. James Bridle, Yeni Karanlık Çağ / Teknoloji ve Geleceğin Sonu, çev. Kemal Güleç, Metis Y., 2019.
[HY1]İstatistiksel papağan(stochastic parrot), akıl yürütme ve kavrayış eksikliği olan, yalnızca veri tanıyan, veri örüntüsü(pettern Leonardo gibi resim yapabilen, akademik makale, hatta Mozart gibi senfoni yazan GPT-4
[HY2]İstatistiksel papağan(stochastic parrot), akıl yürütme ve kavrayış eksikliği olan, yalnızca veri tanıyan, veri örüntüsü(pettern Leonardo gibi resim yapabilen, akademik makale, hatta Mozart gibi senfoni yazan GPT-4
コメント