quo vadis human?
QUO VADİS BEŞER?
Hayri K. Yetik
Hominini evresinde beşer, bir primattır. İnsanca olan duygunun içdürtüleri ve içgüdülerinin yanında yeri yoktur. Davranışları doğadaki yerine güdümlüdür. İtkilerini bastıran akıl gelişmemiştir henüz. Doğadaki yerini sorgulamasıyla birlikte nevrozları başlar. Dil/düşünce, el diyalektiğinin sonucudur bu. Homofloresiensis, neandertal, homoneladi, homodenisova ve olası benzerleri arasında bu yetisini geliştiren homosapiensin evrimi duygusallığından çok aklına bağlanabilir. Mecazbükücü yetisi, Dutton’un ‘sanat güdüsü’[1] dediği sanatın gereci olan imgeleme varır. O da modern terimle söylersek teknik, hatta matematiksel düşüncesine, matematiksel işlem yapabilme yetisine.
Diğer hayvanların, sözgelimi kedilerin avlanırken isabetli hareketlerine bakılırsa içgüdüsel olarak geometrik hesaplar yaptıkları düşünülebilir. Homonunsa uygarlaşmasının koşutunda bu yetisinin tedricen azaldığı, ona karşılık rasyonal düşünce ve davranışlarının geliştiği söylenebilir. Kavramsal düşünmeye, derken resim yapmaya başlaması bilişsel ve teknik üretimin, ikinci doğası dolayısıyla beşerin bir türevinin evrimi başlamış olur. Buradan start alan beşer, bir yolağı hominin, bir yolağı insan, biri de human olarak kendi tarihi içinde seyredegelecektir.
Human teknik, bir başka deyişle matematiksel ve işlemci düşünen yolağın ürünüdür ve onu geliştirmiştir, ona göre düşünür. Duyguyu değil verimliliği, başarıyı, ilerlemeyi gözetir. Başarıya güdümlü gibidir. Ereği ve mutluluğu teknik kusursuzluktur. Bugünün terimiyle söylersek teknokrattır.
İnsan ise beşerin ahlâk, erdem, haz, vicdan, adalet, mutluluk ve dayanışma gibi değerler yolağında kendini yaratan varlıktır. Mecazbükücü zihinsel yapısının bir göstergesi poetika yetisidir. Poiesis becerisidir. Poesis bilgeliği de içerir ki yukarda andığımız değerler bu karakterin göstergesidir. Poetik insan bir yandan homoyu bir yandan humanı denetleyip süperego gibi aşırılıklarını dengeler. Yoksa humanın aklı gibi homonun idi de uygarlık şöyle dursun, doğayı bile yok edebilir.
İnsanın cro-magnon insanı olarak poetika yeteneğinin yaklaşık kırk bin yıl önce, sonra da Lascaux mağarasındaki resimlerle ürün vermeye başladığı düşünülebilir. Beşer evriminin ikinci aşaması Lévi Strauss ve W. J. Ong’un dikkat çektikleri gibi sözlü kültürden yazı kültürüne geçiştir.[2] Antropologların birçoğu bu adlar gibi sözlü kültür insanı ile yazılı kültür insanının zihin yapısı arasında çok büyük farklılık olduğunu düşünür. Bu farklılık okuryazar sınıfı olarak epeyce sabıkaya sahiptir.[3] Daha önemlisi humanın suç ortağı olmasıdır. Human şimdi teknotopluma doğru teknokratların elinde ve algoritmaların önünde dünyayı djital bir çıkmaza sürüklemekte.[4]
Playtosen çağından beri milyarlarca canlı türünün habitatı olarak dünya beşerin yarattığı Antroposen çağı dolayısıyla cehenneme dönüşmek üzere ve buradan çıkabilmesi kuşkulu görünüyor. Çünkü human her şeye muktedir ve bunun hakkı olduğunu sanmakta. Bu bir yanılsama, dolayısıyla kendi ürünü teknolojinin kendisini yönettiğini farkedememekte. Artık beşer, doğaya egemen olmak için çabalarken doğal bir varlık olarak hayvanlığından/homo niteliklerinden uzaklaşmış ama, tıpkı kaderleri beşere bağlı evcilleştirilmiş hayvanlar, kedi, köpek, at, koyun, sığır vb gibi teknolojinin güdümüne girmiştir.
Teknoloji de “bırakınız yesinler, bırakınız yaşasınlar” sloganıyla karakterize olan kapitalist, modernist, liberal, kalkınmacı, ilerlemeci iktisad felsefesi güdümünde. Krizlerini, -aslında iflasını- meta üretimine bağlamış bu iktisadi sistemin bir diğer açmazı tüketim çılgınlığı. Artık üretmeden tüketir duruma gelmiş beşer, tüketiyorum o halde varım felsefesi içinde görünüyor. İktisat politikaları da yolunu kaybetmiş, dolayısıyla beşer de onunla kaybolmuş durumda.
Bu kayboluş aslında çok önceden, devletin, ailenin ve özel mülkiyetin ve dinin ortaya çıkışının koşutunda insan paradigmasının kayboluşu[5] da diyebileceğimiz yabancılaşmayla başlamıştı. Şimdi bir bakıma bulunmuş ama algoritma çobanının sürüsü durumuna getirilmiş. Bindik bir alamete gidiyoruz felakete misali korkunç akibetine doğru sürükleniyor.
Bir açıdan tünele girmeden önceki son sapağı geçmek üzere. Buna rağmen tornistan etmek mümkün gibi. Ama konformizm ve tüketim hastalığından kurtulabilirsek. Bu hastalığın en önemli besleyicisi bedenlerimize narsistçe düşkünlüğümüzü denetleyebilirsek, açgözlülüğümüz benciliğimiz eğitilebilirse. II. sözlü kültür insanı mecraında kalabilir değişimimiz. Ama ‘cyborg manifesto’cularının ve transhümanistlerin bize gösterdiği çirkin ve yetersiz dolayısıyla değiştirilmesi, hatta kurtulunması gereken beden takıntısından kurtulmazsak, bilgisayar devrimi yazı devriminden daha büyük bir devrimdir ve bildik insanın sonuna varabilir bu değişim.
Çünkü günümüz bilim ve teknolojisi en sofistik organ olan beynin sırlarını çözmek üzere. Onun kadar önemlisi nanobotlarla beynin veya diğer organların en derin köşelerine kadar girip hasarları onarabilecek, hatta olası hasarların önünü alabilecek bir teknik olanağa sahip tıp bugün. Kök hücre ile yeni organlar üretip bedene nakledebilecek. Veya klonlama yoluyla replikon bireyler üretebiliecek. Rekobinan teknolojisiyle genler arasına bile girebilecek ve genleri değiştirebilecek, indigo bedenler yaratabilecek. Bu beşer olarak kendi evrimimizi yönetmemiz anlamına gelir.[6]
Nano aparatlarla cyborglar yaratabilir. Beşer humana indirgenebilir, human Transformers filmlerinin kahramanları(Autobotlar, İyi ve Decepticonlar) robotlarına dönüştürülebilir. Shalley’in Dr. Frankestein’i gibi yaratıcısını yoketmek amacına yönelebilir. Kabaca söylersek bu, fantastik bilim-kurgu romanlarında karşılaştığımız robot yapan ropotlarla dünyayı robotların ele geçirmesidir.
İnsanın ve doğanın canına dadanıp onu yok oluşa sürükleyebilecek bu distopyanın algoritmalar yoluyla, tıpkı 1984 romanının Büyük Birader’i gibi görünmez güçlerce gerçekleştirilmesi de nanobotlar ölçeğinde gri plaktonlar biçiminde olması da mümkün.
Nanoteknolojinin peygamberliğine soyunmuş Ray Kurzweil, insanı makineye indirgeyen fütüristlere ve transhümanistlere bir başka alan açıyor: Nanoteknolojinin sağladığı verimlilik artışı ve çiftüstel gelişme sayesinde beyin simülasyonunun yaratılması, dolayısıyla ölümsüzlük vaad[7] ediyor. Bu, bedene veda diyen cyborg tasarımını ve beşeri/çıplak hayatı/zoe’yi kökten değiştirmeye yönelik bir proje. Kurzweil’in dediğine göre teknolojik ilerlemenin önündeki en önemli aşama, bilincin çelik bedenlere aktarımıdır. Böylece biyoloji ve teknolojinin ittifakı olarak insanın başkalaşımı kökten gerçekleşmiş olacak.
Doğal olmadığı gibi ivmelenmenin de çiftüstel gelişme demenin de ötesi bu durumda akla takılacak sorular şunlar olabilir: Aktarılan bilinç ne olacak? İnsanın özgür iradesi, kendi bilinci mi olacak, yoksa dışsal olarak belirlenmiş bilinç mi? Bunun öncesinde insan nedir, evrendeki yeri nedir, evrimi nedir, ben neyim, neredeyim, özgür irade olarak bilinç nedir, nerdedir, özfarkındalık nedir, bağımsız bilinç var mı, eleştirel bilinç özgün olabilir mi vb sorulara yanıt arayanlar, başta Benjamin Libet ve Muzzafer Şerif’in ‘düşüncelerin egemen söylemlerce yönlendirildiği’ne ilişkin deneyleri saptamalarıyla karşılanacaklar.
Bugünün teknolojisi, John Locke, İnsanın Anlama Yetisi Üzerine Bir Deneme, E. B. Condillac, Duyumlar Üzerine Bir İnceleme veya Étienne de la Boétie’nin Gönüllü Kulluk’u ve benzelerine dek uzanan bir yığın gözlem ve teorinin tanıklığına gerek duymaksızın verili olanın dışarısının olmadığını kanıtlayabilir. Nano teknolojilerin yarattığı sanal gerçekliğin gerçekten daha gerçek duygusu yarattığı günümüz koşullarında seçim ve kıyaslama yapan bilinç eskisine göre daha zor. Söylem tertibatı dediğimiz dispozitifler dolayısıyla zihin kontrolü şimdilerde daha etkili. Zihinlerin ortaklaşması olsa bile bilgiyi anlayarak işleyerek olasılıklardan birini seçmek, bilgi üretip ve sonra bir tasarım yaratmak biçiminde bir bilinçlilik çok zayıf bir olasılık. Yazılımı kimler belirliyor, sisteme verileri kimler yüklüyorsa bilinç ve seçimler de onun eğilimine göre biçimleniyor, dolayısıyla onun bilinci, bilinçliliği oluyor.
Kişisel bilinç ve özgür irade olanaklı değilse, klonuna aktarılan bilinç de egemen söylemin bilinci, somutlarsak özcesi insan türünün akibetine karar veren kapitalist sistemin mantığı ve algoritmaları olacaktır. Kapitalizmin mükemmeleşeceği, entelektüel kapitalizm olacağı, her insanın sanatçı ve bilge olacağı vaadleriyle insanları ayartan fütüristlerin dediği gibi belki dünya Cennette dönecektir ama, orada bedensiz ruhlar gibi sonsuz bir erinç içinde yüzecek yaratılmış o beyin veya o bilinç simülasyonu o varlık, insan/beşer olmayacaktır.
Buna, yani insanı sonlandırmaya karar veren, uygulayan ve gerçekleştiren azınlık bütün dünyanın oyunu almış olsa bile bu karar olsa olsa bugünün insanlığının kararı olabilir. Gelecekte pişmanlık duyarsa imkansız bir takastır bu, geri dönemeyecektir. Dolayısıyla bırakın beşeri, her hangi bir türü kökten başkalaştıracak, yokedebilecek böyle bir projeye karar verme hakkı kimsenin olamaz.
Ne var ki ikinci doğamız durumuna gelmiş teknoloji birinci doğamızı başkalaştırabilecekse, kendi evrimimizi yönetebiliyor, yönlendirebiliyorsak ve bir kavşağa gelmişsek/getirilmişsek ivedilikle karar vermek durumundayız demektir. Birileri kendinde bu hakkı ve bu gücü görüp işe koyulmadan. Özcesi evrimimizin keyfi yönlendirilmesine engel olacak yetkiliyi belirlemek zorundayız. Bütün beşerin oydaşlığı mümkün olmasa bile.
Gündemin ilk maddesi olabilecek uygarlık veya teknolojinin insanı mutlu edip etmediği sorusundan başlarsak görünen şu: Konfora çabucak alışan ve hatta onunla kısa sürede özdeşleşen varlıklarız. Android telefonlar nerdeyse onsuz yapamayacağımız bir organımız durumuna geldi bile. Dolayısıyla doğayla aramızı büsbütün açacak yeni teknolojilere de hazır sayıldığımız söylenebilir. Ancak burda ikinci bir paradoks var. O da şu ki herkes bunu bir yabancılaşma ve fetişizm olarak algılıyor ve hiç kimse bu durumdan hoşnut değil. Ayrıca dünya nüfusunun büyük kısmı bırakın android telefonu, temiz içme suyuna ulaşabilmiş değil. Yani adaletsizlik olarak bu gerçeklik ortada dururken dünyanın enerjisini fütürist ütopyalar(distopyalar) için harcamak bir lüks, aynı zamanda bir vicdansızlıktır.
Kaldı ki transhümanistlerin vaad ettikleri iyi ve güzel her şey mevcud olanaklarla da gerçekleştirilebilir. Bunun için yaşam görüşümüzü, yaşam biçimimizi ama önce düşünce sistemimizi değiştirmemiz gerekir. Her şeyden önce alta kalanın canı çıksın bencilliğinden kurtulmalı. Sonra tek başına kurtuluşun olmadığını, en azından Covit-19 tehdidi ve tedbirlerinden öğrenmiş olmalıyız. Bugünün bilinci bu olmalı evrimi yönlendirilebilecekse insanın bu yöne evriltilmeli.
Nedenine gelince sözü yaşamın ve varlığın temelinin ne atom, ne atomaltı parçacıklar, yaşam temelinin parçacıkların ilişkisi ve bağlantısallığı olduğunu söyleyen Türker Kılıç’a verebiliriz. Parçaların bağlantısallığı özyaratım-kendinden yaratma üzerinden yeni bir kodlama sistemi geliştirerek farklı bir varoluş paradigması oluşturabilir. Yani ‘bütün’ kendisini oluşturan parçaların toplamından fazladır, hatta farklıdır. Bu fazlalık ya da farklılık parçaların deterministik ilkelerin dışına çıkarak özyaratımla yeni bir bütünlük oluşturmasıyla, dönüşümle gerçekleşir. Türker’e göre “beynimizin nöronal evreninde her işlevsel bağlantısallık altkümesinin otopoietik özelliği var.” Ve “beyin dokusu varoluşu gereği özyaratım(autopoiesis) özelliği taşır.[8]
Agamben’in kullandığı anlamda poiesis daha önce var olmayanın yaratılması anlamında diğer sanatlardan bir sanat olarak şiiri ve fütüristlerin kendi ütopyaları için olmazsa olmaz olarak düşündükleri bilgelik ile birlikte yeni bir insan ve yeni bir dünya olasıdır. Bu dünyadan başka dünya yok derken, sözün ikincil anlamına dikkat edersek dünyayla kastedilen habitatımızdır. James Lovelock’un Gaia hipotezi'ini de dikkate alarak diyebiliriz ki dünya insana, insan dünyaya göredir. Bir başka deyişle hayvanlar, bitkiler doğadaki her şey insan habitatının bir parçasıdır.
Bedenle zihin ve dünya bağlantısal bir bütünlük içinde çalışır. “Beyin zihni; zihinlerse kültürü oluşturur.” Bu da insanın bir ağ, bir enformasyon içinde varolabildiğini gösterir. Her bireyi oluşturan atomların % 98’i bir yıl içinde değişir. Ya da bağırsak florasının çeşitliliğinin denizlerdeki çeşitlilikten daha fazla olduğu gözönüne alınırsa bir insan yaratmanın kötü kopya olmaktan öteye gidemeyeceği her halde anlaşılır.
Özetle beşer/homo, diğer hayvanların hiçbirinin sahip olmadığı bir mutasyon şansı yakalayıp evriminde patikadan otobana çıktı. Bugün evrim serüveni yapay seçilim ve rastlantısal olmayan mutasyonlarla, ivmelenme ve çift üstel gelişme olanağı edinmiş bulunuyor. Kendi evrimimize, genç kalarak ve sağlıklı uzun ömrün ve güzel bir dünyanın yaratılmasıyla birlikte karar verelim ama kapitalizmin krizini atlatma stratejileri ve fütürüist fantazmalar uğrunda insanın genlerine, anatomisine ya da fizyolojisine fazla müdahale edilirse insanı da dünyayı da kaybedebileceğimizi unutmayalım.
(Altı Yedi dergisinde yayınlandı, Haziran-Temmuz 2021)
[1] Bkz. Sanat Güdüsü, Ayrıntı Y. [2] Bkz. W. J. Ong, Sözlü Kültür Yazılı Kültür, Metis Y., Asmann, Kültürel Bellek Ayrıntı Y. ve Jack Goody, Aklın Evcilleştirilmesi, Pinhan Y., Claude Lévi Strauss, Yaban Düşünce, Hepimiz Yamyamız, YKY. [3] Bkz. Marchall McLuhan, Gutenberg Galaksisi, YKY. [4] Gilles Deleuze, Anlamın Mantığı, Norgunk Y. [5] Bkz. Edgar Morin, Kaybolmuş Paradigma: İnsan, Türkiye İş Bankası K. Y. [6] Juan Enriquez, Steve Gullans, Kendi Evrimimizi Yönetmek, YKY Y. [7] Ray Kurzweil, İnsanlık 2.0, Alfa Y., [8] Türker Kılıç, Yeni Bilim: Bağlantısallık, Yeni Kültür: Yaşamdaşlık, Ayrıntı Y.
Kommentare