top of page

ÇAĞ VE ŞİİR

ÇAĞ VE ŞİİR

Saymaca saydırmaca

Kanmaca kandırmaca

Cam üstü kaydırmaca

Sözün özü kurmaca…

Bir epistemoloji terimi olarak hakikat/gerçeklik, bir ontoloji terimi olarak gerçek sanat/poetika alanında sözcüğün her iki anlamında da karışır. Kavramı önemli kılansa, psikoloji, ahlak, anlambilim ve hukuktan da önce kötülük problemi dolayısıyla teodisedir. Özellikle tevhid inancına göre esma-yı hüsnayla kötülüğün bağdaşmazlığı savına karşı bir akıl, bir gerekçe arayıp Tanrının kusursuzluğunu güvenceye almak isteyen teologlara göre Tanrı, gerçek ve hakikattir, neylerse güzel eyler, insan anlağı bunu anlayamayabilir, mutlaka bir bildiği vardır.

Felsefecilere ve sanatçılara göreyse dünyadaki adaletsizliği giderecek bir hakikate/bir hakikat ölçüsüne gerek vardır. Bilimin ilgisi dışında kalan bu önerme insanlığın teolojik çağlarında teokratik iktidarın ve cehaletin baskısı altında gelişme olanağı bulamamıştır. Tanrıyı öldürdüğü tartışılan modernitenin de damarlarında tanrıyazar maharetiyle sürdürülmüştür teodise. Çünkü yerleşik takiyye yazılı ve sözlü kültürünün sıcak anımsama olarak güncellediği Levh-i Mahfuz yazısı ümmetin alnından alınıp vatandaşın alnına geçirilmiştir.

Bu bağlamda “liberalizm kötülüğü hafife almış, muhafazakârlık abartmış”[1] postmodernizmse öykülerde kaldığı sanısına kapılmış. Kötülük, toplumsal yaşamın anlamsız bıraktığı yerden filizlenir; şimdilerde karanlıklar içinde mutlak anlamı ararken yansımasını nihilist gördüğü aynayı/yaşantıyı kırmayı amaçlayan intihar bombacısı kılığında Frankestein gibi dünyayı dolaşıyor. Oysa postmodernler de kabul eder ki Frankestein’in babası toplumdaki adaletsizliktir, sistematik şiddettir.

Büyük anlatıları, bir başka deyişle ‘babanın ezeli iktidarı’nı yerinden ederek ütopyasını alıp yerine bir şey koymamakla umutsuzluğu kışkırtan postmodernler gelinen noktada gerçekten hayret içindeler. Sorumluluklarının veya pişmanlıklarının gereği yeni bir kurama, yeni bir hakikat rejimine, insanlığı bu açmaza getirenin karşıtına değil ama buradan çıkış için kendini dayatan ‘küresel tarih anlatısı’ gereksinimine bir yanıtlarının olması gerekir çünkü. Gerçek ile gerçeklik arasında yanıtsız bir hâlde kalakalmışlar.

Mutlak/evrensel hakikat yok ama, birileri ki bu postmodernlerin günah keçisi iktidar, simülasyon veya post-truth oyunlarıyla ‘hakikat rejimi’ni kurgulayıp habitus’u işletiyor, tarihi belirliyor. Postmodernlerse kanaatlerin halkın rızasıyla oluştuğunu ve öznenin merkezsizliğini savunuyor, dolayısıyla müdahalenin sonuçsuz kalacağını, bilinçli değişikliğin olanaksızlığını savlıyorlar.

Tarihten kaçamaz insan, çünkü aynı zamanda geleceğinin öngörüsü ordadır, onunla ilişkisinde edilgen olduğu kadar da etkendir; üretim güçleri, ideolojiler veya hanedanlık politikaları dolayısıyla öznesidir. Ancak tarih bir metin de olsa o metin, Marksistlerin, postmarksistlerin, modernlerin, postmodernlerin, her türden fundamentalistlerin, entegrizmlerin, evrenselciliklerin ötesinde olmak zorunda. Çünkü bu vb kuramlar/anlatıların kendileri de kaygıları, amaçları da artık geçersizleşen bir sürece girmiş bulunuyor. Tüketimci kapitalizm her şeyi peçete kağıdına çevirirken onları ayrıcalık tanımadı, onları da çöp sepetine atmaya hazırlanıyor. Şimdi hiper gerçeklikle/simülasyonlarla, post truhtla tarihin kendisini de rafa kaldıracak bir mecraya savruluyor.

Dini ideolojileştiren ideolojiyi dinleştiren akla kapılan Marksist beynin de bildik yazılım gibi fanatikleştiğini deneyimlemiş bulunuyor insanlık. Kaba materyalist Marksistlerin edimleri ve reel soyalizm deneyimi ortada. Marksistler, postmarksistler de dahil herkes ist/ci ekiyle göndergesi bir yazıya, bir metne bağlı olanlar bağımlı demektir. Dili de yazıyı da söylemi de aşkınlaştırabilir. Kendilikleriyle kendini kullandırmayacak iradeye, böyle bir direnç, böyle bir çekim gücüne sahip değiller. Bu defa farklı olacağının garantisi de yoktur.

Klasik edebiyatçı da sonrasındakiler de nesnelerin birer bildiri sunduğunu, dilin biçim, içerikten başka yapısal bir üçüncü boyutu, onlarla kuşatıldığımızı bilmiyorlardı, dolayısıyla politik stratejileri bunlara yaslanmak yerine doğrudan retoriğe, insanların zihnini telkinle, dikteyle ele geçirmeye imgelerine göre bir habitus oluşturmaya çalışıyordu. Bugün de bu alışkanlığından vazgeçmiş değil iktidarlar; bu demektir ki insanların ve dilin muhalefet mevzileri tümüyle ele geçirilememiştir ve ele geçirdiklerinin geri alınabileceğini düşünüyordur. Kimi yazarların(Aslı Erdoğan, Necmiye Alpay, Ahmet Şık, Ahmet Altan, Hilmi Yavuz, Ali Bulaç, Şahin Alpay, Zehra Doğan, Hamit Dilhaber vb) tutuklanmasını da iktidarın bunların yazılarından değil, örgütsel eylemlerinden ötürü tutuklandıklarını açıklaması, bir post-truht oyunu olarak bir açıdan gerçeğini gizlerken bir başka açıdan da artık söz ve yazıyı ve etkisini o kadar çok önemsemediğini gösterir.

Sorun da burada, yazı ve söz düşüşte, itibar kaybına uğramış bulunuyor ama büsbütün ölmüş değil.

Bu paradoksu çözümlemek gerekir, neden böyle?

Dil veya yazı tümüyle geçersiz, etkisiz olsaydı, Lacan, Derrida, Barthes vb bu kadar ilgi görmezlerdi. Çoktan politikanın, akademinin ve entelektüelin arka bahçesine atılmış olurlardı. Spekülatif bulunacağını bile bile öngörümü söyleyeceğim: Bir düellonun hazırlığı içinde görünüyorlar. Dil, sözlü ve yazılı anlatım, muhalefet, poetika, felsefe, bilim, teknoloji şu an silahsız. Çünkü, ‘ideolojiler öldü’ içerikli post-modern söylemler bu mevziyi örgütsüz bırakmış durumda. Bunun kadar önemlisi kitlelerin Baudrillard’ın belirttiği üzere disneylandlaştırılan yaşantı içinde etkisizleştirilmesi.

Yetkin karikatürlerde yazıya gerek duyulmaması gibi görsel gereç ve öğeler yetik biçimde kullanıldığı için tam da böyle Wald Disney’in çizgi roman sayfasının olduğu gibi algılıyor yaşantıyı. Orayı kendisi olmasa da olabilecek bir yer olarak düşünüyor. Biraz bundan biraz da kayıtsızlaştırma bir holografik yalıtım durumunda ve daha dilin de sözellik ve yazıyla birlikte insanın da sonuna sürüklendiğinin farkında olmadığından.

Liberaller tartışma dışında, muhafazakârlar mevzide ama, postmodernleri öne sürmüş gibidirler. Yapısalcılarla Marksistler ve post-marksistler tartışıyor. Yapısalcılar post yapısalcılar, zaman zaman ayrılıklarının altını çizip tartışsalar da aynı şeye, iktidarın post-truth ve eristik oyunlarında yazı ve metinle zihnimizin kontrol altında tutulmakta olduğuna zoom yapıyorlar. Buradan bakanlara söz ve yazı, bütün anlamlarında(görsel biçim, metin, söylem, söz) araç olmaktan öte özne gibi görünüyordu.

Özellikle postmodernlerin söylemin kuramsal bakımdan sistematik bir yapı kazanmamış oluşu nedeniyle hem kendi iç çelişkileri hem de moderniteye, dile ve yazıya ilişkin önermelerindeki temel izleksel çelişkiler dolayısıyla ayrıldıkları, ama aynı zamanda karşı oldukları yapısalcılık, fenomenoloji, varoluşçulukla buluştukları noktaları ayırmadan tartışmalarından bir önermeye varabiliriz. Ancak düşünürlerinin kimisi, 2000’lerdeki nano teknolojileri ve bilgisayar, internet boyutuna tanık olmadıkları için yazının akibeti konusunda öngörülerinin tersi yöndeki gelişmeler önermelerini kuşkulu kılacaktır ister istemez. Aralarında Comsky ve belki Derrida, belli bir gözleme sahip olsalar da görüşleri, teknolojik-dijital yeniliklerin dili dönüştürmekle kalmayıp görsel iletişimin öne çıktığı doğacak gibi görünen yeni dil ve onunla birlikte gerçekleşecek düşünce değişimini, toplumsal sonuçlarını kestiremeyecekleri açık. Sözkonusu ‘mikro toplumları’nkine benzer ‘sözün dolaysız, ortak ve arzunun figüratif dili” olacak bu dilin de ötesinde Michio Kaku’nun savladığı göze yerleştirilen lensle her yerin internet ekranına dönüşeceği[2] süreç çok geçmeden eşduyuma bile dönüşebilir. Böyle bir durumda yazının masumiyet karinesi yeniden gündemleşebilir ama, gecikmiş bir adalet olur bu.

Açıklık kazanan şu ki bu süreçte, yazı ve söz olmasa da iktidar ve muhalefetin olabilmekte. Sonuçta yazının günahlarına karşın asıl sorumlunun onun arkasındaki sömürü zihniyeti ve söylemi olduğu,

Foucault’un dediği gibi gönüllü onayın/rızanın sağlam iktidar zemini durumuna getirilişinde “hükümranlık terimleriyle yazılmaya ve yazıya da gerek duyulmadığı”[3] duyulmayacağı ortaya çıkmıştır. Olmazsa olmazı olduğu için otomatik biçimde onu da işletmiş olan beş bin yıllık okuryazarlık değil bugünkü sorun, insanın başkalaşımıdır. Artık özneliği okuryazarlıktan devralmış tüketimci endüstrinin(entelektüel kapitalizm, finans kapitalizm, entelektüel sermaye vb) dilin ve insanın da ötesinde dünyanın sonunu getirecek gibi olması.[4]

Bu uzamda oluşan ‘entellektüel sermaye, robotların ve yapay zekanın henüz tam olarak sağlayamadığı, şekil/örgü tanımayı ve ortak aklı içerir”

Heidegger’in ‘hesapçı teknoloji’ dediği bizim tüketimci kapitalizm demeyi yeğlediğimiz ama, “heryerde herkese anında ödeme imkanı sunan, merkezi olmayan dijital kriptopara bitcoin’un kullanılmaya başlandığı bu sistem yerini Michio Kaku’ya göre dördüncü bir krizin ardından kapitalizm, entellektüel kapitalizm olarak “mükemmelleşmiş bir hale gelecek. Bu özellikle biyoteknoloji, yapay zeka, nanoteknoloji ya da kuantum alanlarının bir ya da birkaçında görülecek devrimsel sıçramadan kaynaklanacak.”[5] Ama, robot teknolojisinin emeği işlevsizleştirmesine dek kapitalizmin eşitsiz yasası yine de değişmeyecek. Kimi bölgeler ucuz işgücü cenneti kalmaya devam edecek (ettirilecek.) entelektüel sermayenin ve dijital kapitalizmin sorunlarından birini de Kaku, bilgelik yerine çakma bilgilerle yetinilmesi olarak belirliyor. Belli ki bu alanda da bir sınıf durumu doğacak çünkü, entelektüel sermaye uzmanları, zeki ve yetenekli personeller hepsinin varlık niteliği taşımayacağını, kurumsal zenginlik yaratan personel, başka hiç kimse tarafından daha iyi yapılamama anlamında tescilli ve yapılan işin müşteriler tarafından ödenen değeri ortaya çıkarma anlamında stratejik becerilere sahip kişilerin tercih edileceğini, bunlara yatırım yapılacağını belirtiyorlar.

Öte yandan uygarlığın çöküş olasılıklarını araştıran NASA çalışanı Safa Motesharrei, Jorge Rivas Eugenia Kalnay Human and Nature Dynamics (HANDY): Modeling Inequality and Use of Resources in the Collapse or Sustainability of Societies (İnsan ve Doğa Dinamiği: Toplumların Çöküşünde veya Sürdürülebilirliğinde Eşitsizliğin ve Kaynak Kullanımının Modelleştirilmesi) başlıklı raporlarında dünya için asıl tehlikenin dünya dışı varlıklar değil de Ekonomik Katmanlaşma ve Ekolojik Gerinim”in yaratacağı “doğadaki yıkım, nüfus artışı, eşitsizlik” tehlikesine dikkat çekiyorlar.[6]

Ne iktisatçıların, ne astronomların ne de fizikçilerin umurunda dil, şiir ve poetika. Jac Ellul’un ‘Sözün Düşüşü’ olarak değerlendirdiği dilin, eşdeyişle sözel anlatımın işlevsizleştiği, bir dünyada doğaldır ki bunların bir değeri olmayacak. Dolayısıyla şiire ne oluyor, şiirin işlevi nerde diye dövünmek de havanda su dövmek gibi gelecektir mevcud sistemin efendilerine ve kalemşorlarına. Şiirdeki gerçekçilik sorunsalıysa daha bir fantastik.

İnsan’lık’tan ayrılamayacak oradaki belleğin ve anlatımın kendiliğinin yokluğu insanın yok oluşu, insansız, Marslaşmış bir dünya yerini alan robotların, cyborgların belleğinde bir değer taşımayacağı için geri dönüş de olmayacak. Ama Kaku gibi henüz oraya varmadığımız, Hawking’in kıyamet tarihini birkaç bin yılla dile getirmesini de çok uzak sayıp ya da olası bu gelecek senaryolarını abartılı bulup şiirin ve edebiyatın, daha da özelde şiir ve hakikatin ne olabileceğini tartışacak olursak.

Bugün için şiirin ve poetikanın ister kendiliğiyle isterse içerikteki bildirisiyle, kendini savunması bildik insanın savunulması olacaktır. Felaket senaryolarını bir kenara bırakıp bu soruya yanıt arayacak olursak öncelikle antik Yunan’da Aristo’da kalmış sanat-zanaata birlikteliğini yeniden gündeme almamız gerekiyor. Çağımızın en çok gözetilen değerlerinden biri sunumdur. İmaj çağı denmesi de bundan. Sunum sanatsal tasarım demektir.

Bugün sunum ve tasarım bütün sanatları içeren bir beceriyi gerektirmekte. Eğer rekobinan teknolojisi, bioteknoloji, nanoteknoloji, klonlama, kökhücre ve organ nakli dolayısıyla insanın başkalaşımı, daha önemlisi Hawking’in kastettiği anlamda insanın robotlaşması veya uzaylıların dünyayı ele geçirmesi olasılıkları bir yana bırakılırsa, NASA’nın sözkonusu raporunda belirtildiği üzere ve Marksistlerin savladıkları gibi sosyalizm yeniden gündemleşmez de Kaku’nun dediği gibi kapitalizm mükemmelleşirse... sanatın bildirisi/eğitici yanı, Aristo’nun deyimleriyle katharsis/arınma işlevi gibi taklit/mimesis de estetizme indirgenirse hakikate/gerçekliğe ne olur?

Hakikat/gerçeklik epistemolojideki, gerçek ontolojideki alanına çekilir, sanatsal hakikat/gerçeklik zanaat işlevine bağlanabilir.

Öncelikle şunu belirtelim sanat, zanaat farkı ortadan kalksa bile kendi olarak sanat/poetika uygulamalı bilim gibi özerkliğini koruyacaktır. Egemenlik poetikası estetizme kapılmadan kendiliğiyle zanaatın diyalektik tasımını oluşturacaktır. Çünkü sanat zanaat ayrımı egemen söylemlerin dil gibi kendine ait bir sanat alanı yaratıp halkı ötekileştirme aracı hâline getirmesidir. Hakikat de bu bağlamda onun yarattığı yapay bir sorun, bir simülasyon, bir tür post-truthdur.

YENİ SANAT OLABİLİR Mİ NE OLABİLİR?

Uygarlık, atbaşı seyrettikleri insanlaşmamızdan(olumlu ve olumsuz anlamında) ayrılıyor. Bir başka deyişle makas kırıyor uygarlık. Gayrı iradi bir süreç gibi görünen bu rotaya karşı mı duracağız yoksa kendimizi onun akışına mı kaptıracağız, mesele bu. Yoksa post-truth da gerçeküstücülük de yeni bir şey değiller. Gidişi durdurmak için önce seçeneklerimiz arasında bir karşı duruş seçeneği olması gerekir. Henüz seçenek yok. Tüketimci kapitalizm buna izin verir mi? Bu kapitalizme bir seçenek olacak çünkü. Sanatsal öngörünün ilerigözetleyici işlevi ondan önce konuyu gündeme taşımasını gerektirir derseniz, doğru ve böyle bir sanatın kral yolundan ve soytarılarından uzakta patikalarda yol aldığını söyleyebilirim. Belki insanı ve uygarlığı yolundan çevirerek yaşamın sanat olacağı bir kulvarda rönesansla, klasik Farsça şiirle sağladığı prestijini yeniden edinecektir. Ama belki de onunla başa çıkamayacağı için sanat kendini ilga edecektir.

Sanat insanla insan sanatla insanlaşmaya başladı. Başkalaşmaya başlayan insanın intiharı anlamına gelen robotlaşma gibi sanat da zanaata indirgenmeye dayanamayıp tarihini ve işlevini kapatabilir.

Simülasyon veya başka bir şey, her neyse post-truth da olsa sözkonusu gerçekle ilişkimize göre sonuçlanacaktır bu süreç. Ya hesapçı teknoloji, ge-Stell kazanacak ya insan. Yerleşik takiyye, bir başka deyişle büyük anlatılar içinde truth veya turâht olarak gerçek ge-Stelle göre zaten çarpıtılmış bir gerçekti. Ona hiper gerçek mi deriz başka bir şey mi her neyse sosyal veya sosyal medya da denilen sanal medya olanakları bu anlamda iktidarın başına geçirilebilir. Poetikanın zaten işi buydu. Öyleyse post-truthların tepetakla ettiği dünya algısını teknolojinin olanaklarını kullanarak doğrultabilir poetika, politikayı kendince esinlendirebilir, kendi uğruna yönlendirebilir.

[1] Terry Eagleton, Kuramdan Sonra, çev. Uygar Abacı, Literatür y., İstanbul, Nisan 2004, s. 221

[2] Bkz. Michio Kaku, Geleceğin Fiziği, çev. Hüseyin Oymak, Yasemin Saraç Oymak, ÖDTÜ Y., Ankara, 2016

[3] Michael Foucault, Entelektüelin Siyasi İşlevi, s. 48

[4] Matematiksel olarak da Dünya'nın sonunun yakında geleceğini belirten Stefan Hawking, insanoğlunun yaşamını devam ettirebilmesi için başka bir gezegene taşınmak zorunda olacağını belirtmekle birlikte (www.tarihiolaylar.com/gundem/stephen-hawking-dunyaninsonu) insanlık olarak ilerlemeyi asla durdurmama, dünya dışı varlıklarla iletişime geçilmesini önerdi. “Özellikle kontrolün bizim dışımızda, bizim yarattığımız yapay zekaya geçmesine asla izin vermemeliyiz. Eğer yapay zekanın yarattığı kaotik düzene bir amaç ve o amacı gerçekleştirmeye yetecek bilgi tanımlanırsa, kaos kendi sistemini yaratmaya meyil gösterir” diyor. (www.teknolojioku.com/foto-galeri/stephen-hawkingten-dunyanin-yok-olmasi-uzerine-iddialar)

[5] İlki buhar makinesinin icadıyla İngiltere’de başlayan sanayi devrimi ve ardından 1850’de Londra merkezli olarak ortaya çıkan ekonomik kriz. İkincisi 20. Yüzyılın başında elektriğin bulunmasıyla Amerika’da başlayan devrim ve ardından New York merkezli 1929 buhranı. Sonuncusu da internet ile 90lı yıllarda başlayan dijital devrim ve ardından 2008’de gelen global ekonomik kriz.

[6] 25 Kasım 2017 Cumartesi-Cumhuriyet gazetesi, http://www.cumhuriyet.com.tr. Sol gazetesi, 06.06.2017

Tanıtılan Yazılar
Son Paylaşımlar
Arşiv
Etiketlere Göre Ara
Bizi Takip Edin
  • Facebook Basic Square
  • Twitter Basic Square
  • Google+ Basic Square
bottom of page