CELAL SOYCAN’IN ELEŞTİRMENLİĞİ İNSANI KENDİNE GERİ VERMEK…
(Hürriyet Gösteri dergi, Aralık, Ocak, Şubat, 2018, sayı 324)
Tüketimci kapitalizmin bizi getirdiği biyoteknoloji, nanoteknoloji, kuantum alanlarından bakınca ekonomik kriz ve sonrasındaki teknotoplum, bir başka açıdan insan ötesi görünüyor. Finans piyasalarını ve güçlerini bile tedirgin eden dijital kriptopara bitcoin egemenliğinin koşutunda insanlar klonların, biorobotların, yapay zekanın prototipleri olmaya doğru seyrediyor.
Bilgi bombardumanı altında ama, uyurgezer kayıtsızlığı içindeki insan biorobotlara evriltilir, robotlar egemenliği ele geçirmeye doğru yaygınlaştırılırken duygusal değerler de kaybediliyor, teknolojinin yeni oyuncakları yanında emekli eğlentisine dönüşüyor sanat, edebiyat, felsefe.
Oysa hayatı anlamanın ve anlamlandırmanın en temel disiplinleridir bunlar. Dinin yanılsamasına/kandırmacasına, bilimin ve doğamızın rasyonalizmi karşısında insanı insan yapan vicdanın gözü, sesidir. Yerine göre fotoğraf, yerine göre resim koyarlar hayatı anlamak, yorumlamak ve yönünü bulmak/yönlendirmek isteyenlerin önüne. Yerine göre de gidişata karşı dururlar eleştirellikleriyle.
Günümüzün liberal anlayışına bakılırsa kapitalizm gemisi yolalsın diye tabiri caizse safraymış gibi atılacak bu disiplinler. Felsefesiz ve resimsiz bir toplumun akibetini tarihinden ve bugünkü Ortadoğu’dan biliyoruz. Şimdi, sıra edebiyatta, dahası gereci ama ondan da önemlisi biyolojik ve bilişsel bir insan niteliği olan dilin elimine edilmesinde.
Eleştirmen Celal Soycan’ın bu yazıyı güdüleyen Şiir Pençe/Poetik Yazılar[1] kitabında sıkça altını çizdiği üzere metalaştırılan, hatta dolaşım değerine indirgenmiş resim kadar bile kullanım değeri, pazarı, piyasası kalmamıştır edebiyatın. Bu açıdan tüketimci endüstrinin, şimdilerde hangi hesap, hangi cesaretle ‘entelektüel kapitalizm’ deniyorsa değişim saiklerinin dayatmalarına direnebilmesi, bu mecradaki iktidar söylemlerine katılan, bildirişime indirgenmiş metinler kuşatmasını kırması ya da ‘disneylandlaştırılan’ dünyadan kendini yalıtması imkansız görünüyor.
Yazınsallığından önce, toplumsal kaos ile epistemik kargaşanın bakışımlı biçimde birbirini kışkırtıp yanılsamayı körüklediği bu mecrada dilin özneliği de kuşatıcılığı da sözün eliminesiyle birlikte edilgenleşmiştir. Artık ‘dil hapishanesi’ işlevini de üstlenmiş akışkan gözetim pratikleri için insanın beyni de dahil, denetlenemeyen yer kalmamıştır çünkü.
Bu mecrada sanatın safra gibi atılmasının bir nedeni insanın robotlaştırılmasıysa bir nedeni sanatın eleştirelliğiyle bunun karşısında yer alması, insanın güzelliği, mutluluğu kadar iyiliğinin ürünü olup vicdanını hareketlendirmesidir. Bu nedenle tarihsel, toplumsal dönüşümün bilişsel eliminasyon içinde insan ötesine(üstinsan, insan sonrası) yönelmesine eşlik etmiş olduğu için eleştiri ve sanat da sorumludur. Yıkmak istediğinin yerine seçeneği olmayan hiçbir eleştiri, hiçbir sanat tarihe katılamaz. İndirgemeci toplumcu gerçekçi önermeleriyle bir ilgisi yoktur bunun, sanat ve eleştirinin bu kaygıyla geri çekilmiş, bastırılmış olan bu niteliğini yeniden öne çıkarmak gerekir.
Modernite öncesinde herhangi bir kurumsallık ve sistematik edinememiş eleştiri, Celal Soycan’ın “modern sanatın tarihi eleştiri kurumunun da tarihidir” önermesinden anlaşılacağı gibi kapitalizmin şafağında doğmuş, onunla birlikte ve onunla bakışımlı etkileşim içinde seyredegelmiştir. “Eleştiri kurumunun bir paradoksla doğduğu”, hatta “yakın zamanlarda iyice sorunlu olduğu ve tarih dışına düştüğü” savlarından çok ben, “üstgerçekçi şairlerin” eleştirilerinin önemine vurgusunu ve “paradoksun aşılmasında imkân” oluşturduğu görüşünü dikkate alacağım. Zaten Soycan da ileriki sayfalarda “eleştiri sanat hakkında yargıda bulunmayı sağlayacak değerler yaratmak” ve “susturulan sesleri dile getirmek” vb önermeleriyle eleştirinin bu gücünü açımlamaktadır.
Bu önermelerinden de Soycan’ın, şiirin “vicdanî, ahlakî, çekincesiz, saf bir muhalefet” eleştirisinden de önemlisi “bu muhalif dili çoğaltmak […] metinselliğinde yeniden üretmekle yükümlü” olduğu savıdır denebilir.
Özellikle emperyalizm aşamasında yeni bir sınıf olan burjuvazi tarafından ele geçirilmiş olarak kendi dünyagörüşünün ölçütleriyle konuşturulsa, kurallarıyla sanatsal yaratımı, özgürlüğü ve yaratıcıyı kısıtlasa da eleştiri, çokça esinlendirici, çözümleyici hatta yapısökümcü olmuştur. Verili kurallarına karşın akılcı paradigmaya kafa tutan, sınırdan konuşanları eksik olmamıştır hiç. Poetikanın dilini kullanmış, estetik değerleri ölçüt alsa da burjuvazinin veya başka bir sınıfın çıkarlarına göre konuşanları eleştirinin prototipi sayılabilir. Ancak tarih dışılığı şöyle dursun, praksisin bileşenlerinden biri olarak sanıldığından da çok etkilidir.
Eleştiri eğer, insan ve sanatla içiçeyse uygarlık boyutunda bir genişlik kazanmış olan yukarıda sözünü ettiğimiz krizin ve yazı uygarlığının sonu anlamına da gelebilecek olası distopyanın sorumlularından biri olarak yeni zamanlardaki işlevini, daha doğrusu bu süreçteki eksikliğini belirlerken gereksinim duyulacak deneyim ve birikim olarak Celal Soycan’ın şiir, eleştiri ve diğer yazıları bir uğrak niteliğindedir.
Artık sanat eleştirisi de poetika da bir açmaza varmış sözkonusu distopya uyarısını dikkate almak zorunda. Sanatla bakışımlı ilerlemiş onbinlerce yıllık insan serüveninin kayıtsızlaştırmayla sonuna yönelmiş bulunan sürecin kanıksama, yanılsama, Buadrillard’ın terimiyle simülasyon menzilindeyiz. İçi boşaltılmış yığınların durumu Brecht’in yansılamaya ilişkin dramatik yanılsama dediği izleyicinin sahnede rol yapmaktaki karakterle özdeşleyim hâlini andırmakta.
Brecht’in bunun panzehiri gibi önerdiği epik müdahale işlevine sahip düşünce sahipleri, eleştiri ve sanat da etkisizleştirilmelerine karşın olmaları gereken yerde direnmektedirler. Simülasyon dediğimiz bu sis arasında bir görünüp bir kaybolsalar da en azından sis çanı olabilirler. Yalan söylerken bile bizi doğamızın gerçeğine gönderen sanatın, ge-Stell, bir başka deyişle hesapçı uygarlık karşıtlığı bugün gerçek anlamda yaşamsal bir olanak gibi görünüyor. Şu farkla: Geçmişte işlevini ilerlemeden yana yerine getirirken bugün gidişata/geleceğe karşı konumlandırması gerekiyor. Ötesine sürüklenen “insanı kendisine geri vermek” ya da John Berger’in deyişiyle “hayattan çıkarılmış insanı yerine dahil etmek üzere.” Çünkü yaratıcı insanı ve buna ilişkin edimini resmetmek gibi eleştiri de “umudu teşvik eden bir direniş eylemi” olmakla “bize sunulan dünya resminin saçmalığını kabullenmeyi ret etmek”le kalmaz, “bu resmin geçersizliğini duyurabilir.”
Bu duyarlıkla, Doğulu bilge edası ve usul sesiyle toplumsal kaosa karşın gündelik politikayı diline bulaştırmayan Celal Soycan’ın düşüncelerinde ortaya çıkan farkındalık poetikanın, entegrizmle, manipülasyonla, eristikle, mistifikasyonla, kısacası retorikle baş edebileceğine ilişkin göndermeleri eleştirinin bu erimdeki niteliklerine ilişkindir. Öğretmenlik ve öğreti savına kalkışmadan, mütevazı biçimde işini yapan biri olarak Soycan eleştirmenliğinin gözettiği yazınsal nitelik gündelik politikayla mesafe koyar araya, tarihe eşzamanlı bakışının geniş perspektifinde o, bugün var yarın yok küçük bir ayrıntıdır.
Bununla birlikte gündelik anlamda değil ama, aslında eleştiri, kendini sanatla sınırlasa da son erimde bir yabancılaşma edimi olan siyasalın karşısında olmasına, hatta tabiri caizse sınıflı toplumda ne kadar olabilirse o kadar ideoloji üstü olmak istemesine karşın otorite tanımazlığı dolayısıyla politiktir. Yapıcı olmasına ilişkin genel geçer beklentiye pek yüz vermez, çözümleyici ve bu anlamda yıkıcı olmaktan kendini alamaz. Şiir gibi, genelde sanat gibi eleştiri de her an taze/bakir imgelerle eskiyi yadsıma ve yeniden yaratmayı gözetip kollar.
Çünkü amaç, Heidegger’den esinle, Soycan’ın şiire özgüleyip saptadığı gibi yerin kapattığı gerçek yüzünün açığa çıkarılmasıdır. Bir eleştiri olarak, “Tasarlayan/imgeleyen Söyleyiş, yani şiir, dile getirilebilir olanın hazırlığı içinde, dile getirilemez olanı da dile getirilemez olarak dünyaya sunan söyleyiştir.” Oradaki gerçekten fazla olanı, gidimli dilin ve aklın ötesindekini estetik hazzıyla kurcalayıp “dil tarafından kavranmış, işkence gören parçalanmış özne”nin özgürlüğünü imlemektir. Kaos içindekilere sis çanına gidebilecekleri yolları belletmek, Soycan’ın deyişiyle “dilselin hakikati açığa çıkarma gücüne işaret”te bulunmaktır.
Göndergeleri ve göndermeleri arasında Soycan’ın değişik dergilerde yayınlanmış yazılarından seçtikleriyle oluşturduğu sözkonusu kitabında piyasa ilişkilerinden özenle kaçınarak, seviyeli diliyle önermeden çok soruları öne çıkardığı söylenebilir. Metodolojisi de yeni zamanların eleştirisi için gönderge olarak yeni pencereler açar.
Birkaç özelliğini sıralayacak olursak sorunsal nitelikli kavramları tartışırken bile nesnel ve ufuk açıcıdır Soycan. Lacan’ın “cümle anlam için resim bakış için tuzaktır” algısı yerine Terry Eagleton’un “dilin melez, açık uçlu, geçirgen” kullanılışı önermesine daha yakındır tutumu. Bu bağlamda sözcükler arası ilişkiden yeni anlamların doğabilmesini, dilin merkeze çeken işleyişi kadar merkezden savrulmaya el verişini ifade özgürlüğünün ve yaratıcılığın olanağı olarak gördüğü söylenebilir.
Dil edinci ve edimiyle olumsal okumayı ilke edinmiş, okura da bunu önerip kazandırarak böylece eleştirisini değerli kılan entelektüel donanımı kadar kıyıya çekilmiş, ordan, dışarıdan bir göz gibi bakıp gördüğünü öylece anlatmakta. Okuru simülasyonun dışarısına çıkarmayı amaçlayan bu konuşlanışıyla, gerçekle yüzleşmenin zeminini oluşturmakta.
Resmin ve şiirin gereçleriyle hemhâl oluşu estetizm izlenimlerine yol açıyor olabilir; bir kez daha vurgulamış olalım, buna bakıp sanatı, edimi, hazzını, işlevini aşkınlaştırıyor gibi düşünenler anlamsız sanattan yana olmadığı gibi biçimi araçsallaştıran metodolojiyi de eleştirdiğine dikkat etmeliler. Yalnızca sanat felsefesi ve disiplini olarak poetikanın, hem kendine hem de dünyaya yetebileceğini, yaşanılır bir yer kılınması için dünyanın son erimde politikaya gereksinim duymayacağının da altını çizmekte.
Modernite eleştirisiyle birlikte bir vurgusu da iki kültürlülüğün aşılmasıdır: Çünkü, “insanî olan her şeyi akli olana indirgeyen Batı zihniyeti ve Batı düşüncesinin en agresif ucu olan Aydınlanma, yalnızca Bilimsel –olanı aklî saymıştır; Bilimsel olmayan her düşünüşü akıl-dışına sürmüştür. Böylece insanî varoluş çabasının Varoluşa ait binlerce yıllık Aklîleştiren(rasyonalize etme, akla uygunlaştırma) tecrübesi ve donanımı yok sayılmış; insan trajik-olan’la ve niceliklerle baş başa bırakılmıştır” vb önermeleriyle modern Batı’nın bilişsel olanı küçümsediğini, tinselliği gözardı ettiğini sıkça dikkatlere sunmakta, insanlığın özlenen dirliği için alaşımına bunun da katılmasını önermekte.
Şiirin ve resmin kendi olarak yolunu açmak, göndergesi olduğu anlam kertelerini gündemleştirmek/güncellemek gibi spesifik bir anlatımı/düzeyi gözetse de bunlar gerçeklerle/tarihle içiçedir ve kendince siyasaldır. Geniş yelpazesiyle Şiir Pençe/Poetik Yazılar, yalnız şair ve yazarları değil, tüm sanat dallarını kapsayan bir perspektif ve metodolojiye sahip. Barış, ekoloji, ekonomi, teknoloji, dilin ve insanın geleceği, marksizmin sorunları vb konulara göndermede bulunan okuma kanalları da dahil.
Soycan’ın derinde tuttuğu önermeleri ve söylemsel oluntuları ise şöylece özetlenebilir: Şiirin sorgulayıcı işlevi, muhalefet potansiyeli, otantik, ontolojik boyutları, her düzeyde kuramsal değerlendirilişi, şiir şair ilişkisi, şiir dil ilişkisi, şiir akıl ilişkisi, şiirin yapısal özellikleri, şiir ve görsellik, dijital kültür, zaman ve hakikat, gidimli dil, dilin olanağı, şiir ve teknoloji, şiir ve gizem, şiir ve resim eleştirisi, şiir çevirisi, kutsal ve şiir, görmenin dili, yapısalcılık vb.
Önermelerini örnekler biçemle Hilmi Yavuz’dan Ogün Kaymak’a, Hüseyin Ferhad’dan Zeynep Köylü’ye Mahmut Temizyürek, Yavuz Özdem, Özdemir İnce, Cemal Süreya, Enis Batur, Nazım Hikmet vb birçok şairin poetik değerlendirilmesinin yanısıra resim eleştirisi ve dil yazılarıyla yanıtlamaya çalıştığı, bir başka deyişle öne çıkan soruların birkaçı şunlardır: Sıradanlaşan kötülüğün “sanatı/edebiyatı/şiiri de enfekte etme ihtimali üzerine düşünmek bizi nereye taşır? Sonuçta bir duygu hâli olan adaleti ve vicdanı insana geri verecek bir Dil evreni kurmak, yanılmanın ve yenilmenin güzelliğine varmak, dünyaya dişil bir şefkatle dokunmak isteyen için şiir nerede durur? Şiir, Yas bilgisine ve Aşk ehline âşinalığını yitirmiş aklı onarabilir mi?” vb...
“Gerçekle başedebilmenin yolu kendi hakikatimize varmaktır, bunun için de dilden başka umarımız yok, bir teselli vaad etmese de dünya’da oluşa bir anlam verebilsin için dil” demekle birlikte Heidegger’cil abartılı bir duyarlıkla şiirde dilden daha büyük bir enerji bulur; “hakikatin ele geçirilebilmesinin biricik olanağı” olarak belirler şiiri. Dilin görme gibi bedenin bir uzantısı olmadığını da yerli yerine koyar. “Dil yokken de görme vardı” demekle insansızlığa doğru yazının ve sözelliğin eliminasyonu sonucu olası görsel dil egemenliğinin frakındalığı içinde, resim ve şiirin buluşup ayrıştığı bir ara yerden konuşan Soycan’ın, insan ve dünyasının eksikliğini gidermeye yönelik yazınsal bir tür olmaktan fazlasını yüklediği “şiir zenginliğiyle denk bir eleştiri” önermesi ve sanatın yargısal değerler üretmesi gerektiği savı; tarihin sonu, uygarlık çatışması, dalga ekonomisi, mükemmelleşmiş kapitalizm/entellektüel sermaye ve daha bir yığın şarlatanlığa karşı mevzilenip cephe açma çağrısıdır aynı zamanda.
Endüstriyel sermaye ve hesapçı teknolojinin giderek yoğunlaşan sisi nedeniyle kaybolsa da hayalet değil; orada, sesini işitmesini bilenlere çağrı çıkarmakla kalmıyor; aynı zamanda bir düşünce adamı olarak eleştirmen yok, eleştirmenler düşünce üretmiyor, dostluk yazıları yazılıyor itirazlarının ortaya koyduğu beklentiyi de karşılamak üzere insansız ve insafsız çağın eleştirisi dolayısıyla praksise katılmanın yolunu yapıyor.
Kısacası Celal Soycan, eleştirmen ve şair olarak olması gereken yerde, gerisi sesini paylaşıp çoğaltacaklara kalmış.
[1] Şiir Pençe/Poetika Yazıları, Celal Soycan, Şiirden Y.