top of page

BURHAN SÖNMEZ’İN İSTANBUL İSTANBUL’U

Diyebiliriz ki “uygarlığımız öndür” diyen Baudrillard’ın farkındalığı ve bakışaçısıyla bakıyor İstanbul’a Burhan Sönmez. “Işık sadece dış yüzü gösteriyordu. Bizi içe bakmaktan alıkoyuyordu”(21) saptamasıyla yüzünden içine giriyor İstanbul İstanbul romanında. Tabiri caizse süslü peçesini indiriyor; artık gökyüzüne çekilmiş mızrak gibi yükselen gökdelenlerin görünmez kıldığı, yuttuğu hem eski hülyalı İstanbul’u akla getirecek bir ironiyle hem de bugünkü dehşet hâline dikkat çeken bir ünlem olarak zamanları karışmış kahramanına “İstanbul mu, burası İstanbul mu”(33) dedirterek.

Yanıt yine ironik bir sorudur:

“Küheylan Dayı sen bu hücreyi İstanbul mu sandın?”(34)

Çünkü “İsanbul’un tuhaf yanı cevaplardan çok soruları sevmesi”dir.(101)

Evet romanını bu iki soru arasında gidip gelen zamanlara oturtmuş denebilir Burhan Sönmez: Dram üstü, oyun içinde oyun, düş içinde düş, rol içinde roller hayal edip kurgulamış. Kahramanı ya da mekanı İstanbul olan romanlardan[1] ayrımını onca acıya rağmen Tevfik Fikret’in pozitivist ama pesimist bakışına da kapılmadan belirleyen bir duyarlık, hiza ve mesafeyle.

Guy Debord’un deyimiyle “otantik insan deneyimini alıp metaya çeviren” “sembollerle temsiller sisteminden başka bir şey olmayan gösteri” toplumunun hukuk dışına ittiklerinin, bilinmeyen, yok sanılan, bilinse de gerçek bulunmayacak, Yedi Kule Zindanları’nı akla getiren işkencehaneye, en altta kalanların acılarına tutuyor projektörünü. “Nihayetinde uyuma arzusundan başka bir niyeti olmayan eli kolu bağlanmış modern toplumun, gördüğü düşün kabusa dönüşmüş gösteri”sini ret ederken anılarında ve kendi düşlerinde kalanı ve grotesk gerçekliklerini de öne çıkaran hayal ile hakikati harmanlayarak sahneye koyduğu İstanbul, “bir yakası işe gitmek için uyanırken bir yakası uykuya yeni yatan”165 “birgün felaketine yol açacak günahlarıyla büyüyen bir ada”(96) “her yanını yaralar tutmuşken farklı bir geleceğin olanağı kuşkulu”(166) “eski yok edildiği, her şey atığa dönüştüğü”(167) “bir ceset gibi şişiyor, insan o cesede bağımlı parazit haline geldiği”(67) “keder, kaygı ve sevincin kedi yavruları gibi sarmaş dolaş”(91) “belirsizlik, bencillik ve şiddetle güzelliğinin örtüldüğü”(209) “yoksulları, zenginlerin hak ederek para kazandığına inandığı”(163) için “süslü kitap kapağı”nı andıran “herkesin unuttuğu gerçek”iyse başka tarafında”(178) kayıp gibi olsa da “hem acıyı ve kederi yeniden üreten hem de umudu ve hayali hergün var eden”(223) bir kenttir; “içlerindeki terazi kırıldığı”(166) ve “inançla şeytanlaşan ve iyiliğin kaynağını kendinde”(61) sananlarıyla yaşayanları, “yıkıyor, kırıyor, sonra yorulup eve varınca başuçlarında güzel bir İstanbul tablosuyla uyuyorlar.”(145) Bu nedenle “kaygılı ergenler gibi hâlâ arafta yaşıyorlar.”(219) “İnsanların anlamak yerine görmeyi seçtiği bu çağ”da(208) platonik âşık gibiler.

“Eskiden kimi haritacılar, haritanın ıssız kıyısına maviye boyadıkları bir ada çizer ona sevgililerin adını verirlermiş. Bu âşık haritacıların adaları ardına düşen gemiciler hayal kırıklığı içinde denizlerde kaybolurmuş.”(207) İstanbulluları o mavi adanın ardındaki gemicilere benzetiyor Burhan Sönmez. “İstanbullular, kentlerini gerçek sanıyor, beyaz geminin haritasında yaşadıklarını bilmiyorlar”(208) diyor; böylece bir hayal içinde anlatıyor gerçek İstanbul’u.

Onun için kişileri basbayağı birer kahramandır; hayatın absürdlüğü ve postmodern karakterlerin tersine hayatı derinliğine kavramış kişiler olarak rol almakta bu sahnede. Büyük anlatıların idealize edilmiş insanına atfettiği ahlaki ve tinsel değer ve niteliklerinin tersine işkence yapanın daha gerçek ve daha gerçekçi olduğuna bakıp Hannah Arent’vari bir kavrayışla insanı kötülüğüyle bilmek, görmek gerektiğinin altını çiziyor:

Tanrı kötülüğü yaratmış. “İyiliği yaratmaksa insanlara kalmış”(146) “Acının en iyi tanığı acı verenlerdir. Onlar ne kadar bizim içimizdeyse biz de onların içindeyiz”(146) vb alıntılardan da anlaşılacağı, ana ve yan olaylarla gösterdiği üzere “acı çekerken zamanın durması gibi gülerken de zaman durur”(95) “gerçek insanın şahdamarındadır”(26) “İnsan iyileşmez. İnsan kurtarılamaz. İnsandan kaçılabilir ancak.”(183) gibi nerdeyse baştan sona aforizma, hakimâne(hikmetli söz) cümleleriyle de dile getiriyor.

Metin boşlukları da dahil okurlara bir tünel(50) açarak ya da “görünmez bir merdiven”le(82) içine alan İstanbul İstanbul, hem hayal hem gerçek bir uzamda, dramatik ile eğlencelinin, tekinsiz ile mantıklının, gerçek ile esrarengizin, bayağı ile yücenin, yer yer saçma ile ussalın masalsı uyumu olarak yazınsal bir yanılsama yaratmış. Böylece yapılanmış metin, hiç kuşkusuz Sönmez’in dil edincinin olanaklı kıldığı bir yaratı.

Hem yukarısında hem aşağısında “yaban”sı dünyasını İstanbul İstanbul’un grotesk sanat oyunlarına dönüştürürken eleştiriyi yazınsallıktan, felsefeden, kavramsallıktan, estetikten ödün vermeden siyaset düzeyinde çıkaran bir edimselliği de gerçekleştirebilmiş.

İstanbul İstanbul, “işte bu” diyebileceğiniz bekleneni fazlasıyla içeren bir roman; kısa cümlelerinin içliliği gibi kısa ama, boyundan büyük, sürükleyici, açık, akıcı, gerçek bir yazı, ama belki okuruna bağlı olarak daha heyecan verici olacak okuma serüveni barındırıyor. Nerdeyse her paragrafta yeni bir maceraya kapı aralıyor; üstelik merak uyandırıcı ve bir solukta okunabilecek şiir lezzetiyle.

Konusu, olayı, mesajı, dili, anlatımı uyumlu ve yerli yerinde, kararında yazınsal ve metinsel bakımdan sağlam yapısıyla edebiyat okurlarının beklentisini karşılayabilecek kesin, söz ustalığıyla her okurun zevkle okuyabileceği gibi fantastik hikâyeleriyle de beğeni görecektir. Kısacası gerçek bir cangıl, karnavalesk bir metin olarak edebiyat araştırmacıları için de bitip tükenmez bir kaynak.

İstanbul İstanbul, bildik kişileri, kahramanları, karakterleri sürüklüyor gibi, onların hikâyelerinin kurgulanmış öyküsüymüş gibi okumak olası, ama klasiklere özgü çokanlamlılığı, her okunuşta başka bir anlam katmanıyla okuru ağırlayabilme niteliğiyle de ve en önemlisi bir başka ama gerçek İstanbul manzarasıyla hem kent kültürü açısından hem de felsefi derinliğiyle kendine yer açacaktır.

Bütün bunları söyleme olanağını yukarda da andığım gibi Burhan Sönmez’in istersek söz ustalığı diyelim istersek söz edinci arkasındaki içselleştirdiği, metni yazınsallığını ve türsel özelliğini zedelemeden felsefi önermelere dönüştüren söylemselliğidir. Bu açıdan, bir başka sözceyle bu niteliğiyle denebilir ki Sönmez, geleneği de metne yedirmekle bir Ortadoğu duyarlılığı katmıştır biçemine.

Sözlü kültürü romanlarının kanında, ruhunda sürdüren köylüklerin yazarı Yaşar Kemal’e eklemlenecek kentliliğiyle onu dengeleyecek bir yazar Burhan Sönmez. Yine İstanbul İstanbul’da Ortadoğu mesellerinin dönüştürümü olan Decameron hikayelerine göndermede bulunması da bir gelenek dayanağı sayılabilir. Aynı zamanda roman ölüyor mu, yazınsallığın ve yazının sonuna mı geliyoruz vehmini de savuşturma umudu sayılabilir.

Metinlerarası bir metin örneği, yeni zamanların romanı olarak hem edebiyat tarihinde hem de okur katında saygın yerini ona ayırmak, belirtmek gerek. Haklı övgülere mazhar olmuş önceki iki romanı Kuzey ve Masumlar’ın da ilerisinde olgun bir kurgu ve anlatımla kotarılmış bu romanı için Burhan Sönmez’in okurken kıvanç duyduğum gibi şimdi yazarken de gururlanıyorum. 1990’larda beliren Elif Şafak, 2000’lerde beliren Aslı Erdoğan, Sema Kaygusuz, Murat Uyurkulak vb yazarların yüklendiği bayrağını devralıp yükseltecek potansiyeli barındırdığını, “beklenen yazar” olarak ipi göğüsleyebileceği cesaretle söylenebilir.

------

İstanbul İstanbul, Burhan Sönmez, İletişim Yayınları, Mart 2015

[1] Bkz. Roman Kahramanları dergisi, Nisan 2015 sayısı, İstanbul Romanları dosyası.

Tanıtılan Yazılar
Son Paylaşımlar
Arşiv
Etiketlere Göre Ara
Bizi Takip Edin
  • Facebook Basic Square
  • Twitter Basic Square
  • Google+ Basic Square
bottom of page