top of page

TELEOLOJİNİN DİLİ ve GÖRSEL ŞİİR I.

Görsel Şiir Bir Truva Atı mı Bir Yüzleşme mi?-1

Guy Debord’un Sitüasyonist Manifestosu’ndaki öngörüsü onu bile şaşırtabilecek aşırı bir biçimde gerçekleşmiş bulunuyor. Onun “gösteri toplumu” diye adlandırıp tüketicilikle nitelediği “imajın aşırı derecede birikmiş sermayeye dönüşeceğini” belirttiği bu topluma karşı kültür önerisi anlaşılmadı ve başlamadan kaybedilen bir savaş yaşandı/yaşanmakta. Ardılı Baudrillard, “tüketimci kapitalizmin insan deneyimini alıp metaya çevirmesini ve sonra reklamcılık ve kitle iletişim araçlarıyla bize geri satmasını” aşan bir biçimde günümüz insanının kabusa dönüşmüş toplumsal koşullara rağmen uyumaktan başka seçeneği olmadığını saptarken gerçekliğin aslından daha sahici biçimde gerçeğin yerini aldığını görünür kıldı.

Klonlama, eşeysiz üreme, organ nakli ve cyborglarla gitmekte olduğumuz gelecek onun kaygılarını da haklı kılacak, öngördüğü distopya gerçekleşecek gibi görünüyor. Metastazı insan ötesine doğru seyrediyor; insan bildiğimiz bu varlık, hem kaptanı hem tayfası hem de geminin üreticisi Alice’in Harikalar Diyarı’ndan geçiyor. Her şey gereğinden fazla büyüleyici. Metalaştırılmış nesneler gibi alanlar, kurumlar da insanlardan ve hayvanlardan daha canlı; ama, bu nesneler gibi duygular da şeyleşmiş. Üstüne üstlük isyan ve kızgınlık da yok; bütün içgüdüler gemlenmiş; uygarlık oraya da egemenlik kurmuş, duygunun yerine sistemin aklını ikame etmiş. Gerçek Baudrillard’ın deyimiyle “hipergerçekleştirilmiştir. Ne gerçekleştirme ne de idealleştirme yalnızca hipergerçekleştirme vardır.”[1] Uygarlığın öbür yüzü, insanlık şiirin ütopyası; melankolik bir metafor olarak kalmıştır.

Mestrovic’in “duyguötesi toplum”a özgülediği nazik ve çekici bir totalitarizm sözkonusu. Kişi ona boyun eğmeye gönüllü kılınmış. Kolektif bilinç tümden yitmiş. Aslolan akıldır ve olageldiği gibi akıl arzular karşısında totaliter bir makinedir; onun buyruğunda insan ona göre hem kendini hem de dünyayı anlamlandırıp biçimlendirir. Geldiğimiz noktada kayıp sözümüze, yani insanı insan olarak tanımlayan sözümüzü en azından tutmak için yeniden yola koyulabilecek miyiz? Makinelerle aramıza mesafe koyabilecek miyiz. Eksikliğimizle, ama tamamlama sözümüzle kendimize gelebilecek miyiz?

Bu soruları olumlu yanıtlayacak bir irade ve niyet olsa/yaratılsa bile tanrı kisvesiyle praksisin karşısına dikilip tarihe yön vermiş paranın metastazına koşut insan metamorfozu bunun için elverişsiz görünüyor.

Paranın kaderi belirlemede tek irade olmasına karşılık insan postinsana doğru hipnotize edilmekte. Bildik etken öznenin kaybolup nesne ve öznenin birbirine karıştığı bu başkalaşımın bireyi ve toplumu olarak üreyip duruyoruz. Böylece ekonomi ve siyasette rakamların, istatistiklerin, kamuoyu yoklamalarının, anketlerin karar sahibi olduğu, “logosun yerini logoların” aldığı bir iktisadi sürece girmiş bulunuyoruz. Sürecin dini tüketim, ibadeti alışveriş, tapınağı süpermarketler. İnsan tipi, ihtiyacı olmasa da altıncı duyusu(vomero/nazal organ) harekete geçirilerek ürün alır duruma getirilmiş benodaklı post-modern bir karakter. Böylece kurgulanmış dünyada üstümüze gelen gelecek 1984, Fahrenhait 453, Biz ve Cesur Yeni Dünya vb distopyalar gibi görünüyor.

Özneliğine dönmesini umduğumuz, insanın edilgen, içedönük/melankolik yüzünün geçmişi Ortadoğu edebiyatlarında çok önceden platonik/tanrısal aşkla, tasavvufla, felek mazmunuyla uzun uzadıya deneyimlendi, denebilir ki modern dönemini de çokça bu deneyim belirledi. Aynı zamanda etken olarak tarihe katıldı, insanlaşma sürecinin bir katalizörü, bir tanığı ve vicdanı oldu. Niteliği ve sınıflaması tüketim potansiyeline göre belirlenen benodaklı postmodern karakterin aktif, dışadönük, hazcı, fantastik, fanatik vb sıfatlarla nitelenen diğer yüzüne tanık oluyor, onu deneyimliyoruz şimdi.

Bu, bir bakıma karakterini söz/sözellik ve yazının belirlediği insanın hipnotik bir kapanma içinde post-insana doğru başkalaşımı demek. Bilişim ve iletişim teknolojileriyle sözel dil yerine gerçekten daha gerçek duygusu veren görsel dilin ikonları ikame edilmekte, simülasyon böylece büyüleyici olmakta.

[1] Baudrillard, Jean, İmkansız Takas, s. 69, Ayrıntı Y.

Baudrillard’ın dediği gibi kâbusa dönüşen bu uyku, kabulenilmiş yenilgi psikolojisi ve zorunlu seçim özgürlüğü içinde farkındalığını şiir uyandırabilir mi? Şimdi şiiri aklının ucundan geçirmeyen, en fazla şiirden televizyon ve reklam spotlarını anlayan modernitenin hedonizmini tüketime endekslemiş benodaklı postmodern karakter karşısında günümüz şiiri düşünce kodlarını bozmadan uyaran olabilir mi? Öyle ya da böyle, onun karşısındakiler için bir farkındalık yaratabilir mi?

Dil demek düşünce kodları demektir; soyut yazı ve sessel uyaranın yerini görselliğin alması düşünce kodlarında da bir değişime yol açacaktır/açmıştır. Daha şimdiden bir görsel iletişim çağına girdiğimiz söylenebilir. Çağdaş yaşantının dışına düşmüş görünse de şiirin işlevselliğinden hâlâ umut kesilmemiş; beynimizdeki düşünme kalıplarını yerinden edip özgürce düşünebilmenin önkoşulu olan epistemik kopuşun öncülüğünü yüklenegelmiş şiire bugün nasıl bir görev yükleneceği tartışılıyor? Ve elbette ki hemen ardından gelecek bunun kadar neye dönüşeceği, hangi işlevini nasıl biçimlendireceği, nasıl etkileyici olacağı sorusu; ama, ondan önce seçikleştirilmesi gereken soru ise şu: Şiirin ilgasına mı tanık olmaktayız dönüşümüne mi? Bir başka biçimde şöyle sorulabilir: Şiir tarih mi oluyor, şairce dönüştürülüyor mu? İyimser ya da abartılı bulunsa da akla gelebileceği için sorulmalı ve tartışılmalı: Deneysel ve görsel şiir yönsemesi bu bağlamda şiirin ilgasını mı hızlandırıyor, yoksa görsel dilin varacağı postinsana uzanan sürece dikkat çekip insanın farkındalığını mı kışkırtıyor?

İnsanı ve doğayı bu gidişe karşı savunabilecek her türlü edimsellik adına şiirin gerçeği temsil etmesi umut ediliyor; böyle bir işlevi ve belleği var çünkü. Ama eskiden peygamber kadar etkili görülen şair, artık muhatap bile alınmıyor. Gündeme taşıması istenen gerçeklerin yerindeki gerçeklikle bir ilgisi olmadığı gibi yararsız, hatta zararlı sayılıyor. Anımsamak gerek: Kur’ân’la başlatılmış bu kavga, modern dönemde sistemin entegrasyonuna şairi ve şiiri katarak işlevi elimine edilmek istenmiş, en büyük direnci bu dönemde göstermiş şiir. Çatışmaları da bu dönemde şiddetlenmişti. Ancak, araçları karşısındakiler gibi somut değil. Daha kötüsü kullanım değeri de dolaşım değeri de zenaata indirgenmiş durumda. Şair süpermarket karşısında direnmeye çalışan bir bakkal muamelesi yapılırken dükkanı kapatmayacak insanlık adına konuşmaya devam edecek, sözel iletişim ve onun nirengi noktası şiir de ayrıcalığı olmayı sürdürebilecek gibi görünmüyor.

Bildik yazıyı şimdilerde dünya nüfusunun yarıdan fazlası kullanmakta olsa bile -buna, arap, japon ve çin yazıları da katılabilir- Jack Ellul’un “sözün düşüşü” olarak adlandırdığı, sanıldığından da hızlı biçimde yaşanan süreç şiirin gereci olan sözü ve yazıyı elimine edişi onun da nedeni. Artık internet üzerinden ve kendiliğinden (bildik yazının da böyle gelişmediğini kim söyleyebilir) bir görsel yazı gelişiyor; kimi simgeler, ikonlar veya resimler duygu ve düşünceler yerine cümle içine, cümle aralarına hatta bir başına iletiliyor ve anlaşma, iletişim sağlanmış oluyor. Sürecin başlarında olduğumuz söylenebilir; devamında sözel dilin iyice yazı dışında kalacağı görünüyor. Doğacak dil, ikonografiden ileri bir türevi de hiyeroglifin dirilişi de olabilir?

Yazıya geçiş aşamasında “çocuklarımızın belleği n’olacak” diye düşünüldüğü veya yazıyı düşünce için bir tür şablon sayanların kuşkusunu unutmamak gerek; o ya da bu, görsel dil insanın doğaya egemenliğinin bir biçimiyse yazı bunun ilk adımıydı.

O zaman şiir ne olacak sorusuna buradan bir yanıt sayılabilir deneysel ve görsel şiir deneyleri. Ama kuşku yok ki şiir ele gelmeyen hakikat gibi bir şeydir aynı zamanda, doğaldır ki şiir gibi kadın dendiğinde kastedilen estetik değerse görsel ya da değil, göstergelere gereksinmeyen pek çok duyumumuzdan, sözgelimi alnımızın hemen arkasındaki altıncı duyu bölgesinin duyargalarıyla da ilgili olabilir.

Yaratıcılık ve yaratım gerçekliğe aittir; gerçekdışına düşmüş olabilir ama, orda duramaz, durursa düş olur kalır; o alanı da dışlaması ya da kendini dışarılaması, onu da yadsıması, ondan da özgürleşmesi gerekir. Görsellik bağlamında yazı yerine konan ikongrafi de çok farklı değil; çünkü uzaya değil yüzeye yerleştirilmiştir. Bu düzlemde dize de resim gibi gerçeğin kopyası olmanın dışına çıkarak gerçekliğin bir modeli olarak şiirleşebilmişse görsel alımlamanın hazzından ötesinde soyut olanı deneyimlemektir. Bir yanıyla bu, göstermek istediğinin, Mevlâna’nın harfsiz şekilsiz sözü ve İlhan Berk’in söz olmayan dili diledikleri gibi doğrudan bildirişimi amaçlamış, gerçekleştirmiş olabilir.

Yani şiirin her yerde olacağı gibi yorumlanabilir. Bir manzarada, bir filmin kimi kesitlerinde, bir öyküde, bir toplumsal olayda vs. ama materyalist metafizikle mistisizmin agnostikte buluştukları gibi sözel dille görsel dil aynı yerde buluşup karışabilir, karıştırılabilirler. Dünyanın bir ereği, mukadder bir tarih ve insanın doğayı aşan anlamı olmadığı gibi beynimizin de bir agnostiği var çünkü; o zaman saf şiiri gözeten görsel şiirin anti-şiire varması olasıdır.

Şair, şairce bir nihilizm veya anarşizmle ben işimi yapıyorum, benim işim yıkmak, diyebilir; okur olarak biz de haz duymak benim beklediğim, gerisi beni ilgilendirmez diyebiliriz. Eleştirmen de dünyanın insanı aşan bir anlamı, dolayısıyla bir ereği yoktur. Ben yazınsallığına bakarım, niteliği onunla ölçerim iyi mi kötü mü sonuç vereceği etiğin, siyaset felsefesinin işidir, din adamının işidir diyebilirler.

Postmodern düşüncenin pek çok doğru olabilir ilkesi, iradeyi ve erekselliği baskı gören anlayışı ve kendiliğindenciliğinden bakılınca Nasrettin Hoca’nın dediğince herkes haklı[1] olabilir. Ancak yukarda andığım, anımsatmaya çalıştığım, oluşumlar, şiir deneyleri, olgular, durumlar şunu gösteriyor:

Görsel ve deneysel şiir merkezde değil; belki uç beyleri, şiirin ileri gözetleyicileri olabilirler; kafatasının ya da tencere kapağının attığını duyumsatmak için hâlâ olanak sunabilen sözel dilse asemantik varyasyonlarıyla bile sonsuz kıyılara sahip bir okyanus; tıpkı yaratıcısı ve kullanıcısı insan gibi değişen, dönüşen, dönüştüren ve yaratan biyolojik ve kültürel örüntüye sahip. Onu kaybetmek insanı kaybetmektir, insan ötesidir. İster genetik sapma olsun ister kendini yaratmış, insan uygarlığı eşdeyişle bir söz ve yazı uygarlığıydı.

Ama bildirişim ve iletişim teknolojilerindeki gelişmeler şu soruları yanıtlamaya zorluyor insanı: Artık sona mı eriyor, bir habikusumuz mu vardı, telos buraya kadar mı?

...

Tanıtılan Yazılar
Son Paylaşımlar
Arşiv
Etiketlere Göre Ara
Bizi Takip Edin
  • Facebook Basic Square
  • Twitter Basic Square
  • Google+ Basic Square
bottom of page